AsyaMakaleler

Göçebe Kavimler, İran ve İslam

Akademisyen bir arkadaşım Çin’e konferansa gitmişti. Orada karşılaştığı İranlı konuşmacı, “İslam, göçebe kavimlere bir şey katsa da İran’a pek bir şey katmamıştır” demiş. Aslında buna benzer ifadeleri İranlı arkadaşlarımdan şahsen ben de duydum. İslam Medeniyeti (bilim tarihi) ve İran, bizim amatörce de olsa çalıştığımız konu. İslam öncesi İran ile Müslüman olmuş İran’nın karşılaştırılması, bu meselenin anlaşılmasına yardımcı olur.

İran neresidir ve İranlı kimdir sorusu burada ehemmiyet arz eder. İran Platosu denilen yer, batıda Zagros dağları, kuzeyde Hazar Denizi ve Kafkas dağları; güneyde Hürmüz Boğazı, Umman Denizi ve doğuda Hindi kuş Dağları arasında kalan bir parçadır. Sasanilerin yıkıldığı dönemde (m.s. 642) İran coğrafyası; günümüz İran, Azerbaycan, Afganistan devletlerinin tamamını; Güney Türkmenistan’ı, Pakistan’ın batı yarısı ve bugünkü Irak topraklarındaki Dicle Nehri çevresini (Mezopotamya düzlükleri) kapsamaktaydı. Antik Ahameniş, Part ve Sasani imparatorlukları bu platonun merkezini yurt edinip sık sık batısında ve doğusunda geniş topraklara yayılmışlardı. İslami dönemde İran’da kurulan büyük devletler de aşağı yukarı yukarıdaki topraklara hükmetmiştir.

İslam öncesi İran’da kurulan devletlerin bazen doğrudan yönetiminde olamayan fakat İranî halkların yaşadığı bölgeler de vardı. Bunlardan en önemlileri Harizm[1], Maveraünnehir-Sogdia[2] ve Baktria-Toharistan[3] idi.

Harizm bölgesinde, Orta İran diller grubundan olan Harizmce konuşulurdu.  Maveraünnehir’de ise yine Orta İran dilleri grubundan Sogdca konuşulurdu ki o bölgenin ismi de Sogdiana olup eski haritalarda da böyle geçer. Belh-Baktria bölgesinde konuşulan dillerden olan Toharca da orta İran dillerindendir. Bu bölgelerde Arap fetihlerinde önce yukarıda saydığımız diller konuşulurdu ve İranî halklar yaşardı. Bölgenin genel dini; Mecusilik-Zerdüştlük olmakla birlikte; Budizm, Maniheizm ve Nasturilik gibi dinler de orada hayatiyetlerini devam ettirmişti.

Biz bugün Orta Asya’nın eski şehirlerinde Türkler yaşadığından, kadimden beri oraları Türk yurdu sanıyoruz. Orada yetişen bilim adamlarını da Türk kabul ediyoruz. Halbuki Ahamenişler dönemi ve Sasani devri haritalarında bu bölgeler hep İranlıların kontrolü altındaydı. Türklerin bölgeye gelmeleri ise,

10. yüzyılda Orta Asya

11. yüzyıl itibariyle başladı. Bununla beraber Türklerin bölgedeki şehirlere yerleşmeleri çok hızlı olmadı. V. Barthold’un “Türkistan” isimli eserine göre, “1080 yılında bölgenin hâkimi Karahanlı Şemsü’l-Mülk Maveraünnehir’de göçebe hayatı yaşardı. Kışın Buhara’da kalırdı ama o da askerlerin çadırında”.

İSLAM ÖNCESİ DÖNEMDE İRAN

Ahamenişler (m.ö. 559-330)

Bugün İran diye bildiğimiz coğrafi bölge m.ö. 6. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar Perslerin ülkesi manasında Persiya diye bilinirdi. Eski döneme ait haritalarda da bunu görmek mümkün. Aslında Persler bu bölgeye kuzeyden göç eden İranî kabilelerden birisi. Fakat m.ö. 559’da Büyük Kuriş-Kiros tarafından kurulan Ahameniş İmparatorluğu, daha önceleriyle kıyaslanmayacak ölçüde büyük ve farklıydı. Daha sonra kurulan imparatorluklara model oldu. Tarihçilerin, tarihin en büyük dört imparatoru dediklerinin ikisi (Büyük Kuriş-Kiros ve 1. Darius) bu imparatorluğun (m.ö. 559-330) krallarıydı. İster Asur’da olsun ister Mısır’da, kralların kazandıkları zaferler kayalara veya dikili taşlara işlenirdi. Oralardaki işlemelerde kralın ayağının altında ezilen düşman figürleri vardı. İlk kez bir imparator (Büyük Kuriş-Kiros) kazandığı büyük zaferlerin ardından bu tür kaya kabartmaları yerine, ilk insan hakları beyannamesi diye adlandırılan bildirisini bir silindir üzerine yazdırır. Bugün Kiros silindiri adıyla British Müzesi’nde olup bir kopyası da New York’taki Birleşmiş Milletler karargâhındadır.

Bir başka yönüyle bu dönemde Çin hariç, tarihteki bütün medeniyetler tek imparatorluk etrafında toplandı. Hint, Med, Babil, Filistin, Fenike, Mısır, Lidya ve Yunan medeniyetlerinin kurulduğu topraklar, İranlıların (Ahameniş Hanedanlığı) hükümranlığı altına girdi ve ülkeler arası bilim ve sanat alışverişi kolaylaştı.

İranlılar en çok Ahameniş Hanedanlığı ile övünürler. Şiraz yakınlarında Pasagrat’ta bulunan Kuriş’in mezarını her yıl ziyaret edip tören düzenlerler. Bu imparatorluk m.ö. 330’da İskender tarafından yıkıldı. İskender’in fethettiği bölgeler ile Ahamenişler’in fethettiği bölgeler aşağı yukarı aynıdır. Sadece İskender’in başladığı nokta Makedonya, Ahamenişlerin başladığı nokta İran’ın Fars bölgesidir.

Ahamenişler
Ahameniş-Pers İmparatorluğu

Selevkoslar Dönemi (m.ö. 312-129)

İskender’in ardıllarının kurduğu imparatorluk Suriye’den Orta Asya’ya kadar hüküm sürdü. Bu hanedanlık İranî bir kimliğe ait olmayıp onların diline, dinine ve kültürüne yabancıydılar. Mecusilik-Zerdüştlük, Selevkoslar döneminde gerek içeride gerekse dışarıda varlığını sürdürdü. İran üzerinde Helenizm etkisi yüzeysel olup fikir alanında pek bir tesiri yoktu. Heykeller ve sikkelerde kullanılan Helenizm’e ait biçimler yönetim kadrosunun kültürünü yansıtıyordu.

İskender İmparatorluğu

Partlar- Arşaklılar (m.ö. 247-m.s. 224)

Part kelimesi, coğrafi bir bölgenin ismi olup, İran’ın kuzeyi anlamına da gelir. Genel hatlarıyla Hazar Denizi ile Ceyhun Nehri arasındaki bölgeyi kapsar. Arşaklılar tarafından kurulan Partlar, kuzeydeki göçebe kabilelerin oluşturduğu bir konfederasyondu ve Orta İran diller gurubundan Partçayı konuşuyorlardı.

Partlar bulunduğu kuzey bölgesinden batıya doğru gelerek bugünkü Bağdat yakınlarında Dicle Nehri kenarındaki Tizfon (Medain) şehrini kurdu. Tizfon, Partlar ’dan sonra Sasanilerin de başkentliğini yaptı. Burası aynı zamanda antik Babil’in yakınındadır.

Partlar bastırdıkları sikkelerde at sırtındaki hükümdarlar olarak tasvir ediliyordu. Göçebe halklardan olduklarından okçuları meşhurdu. Zamanla Partlar, Roma ile eşit statüde devlet haline geldi ve bazı dönemlerde de Fırat Nehri Partlar ile Roma arasında sınır oldu.

Part dönemine ait en önemli olay belki de Manihaizm’in kurucusu Mani’nin (m.s. 216), Partların son döneminde doğması. Onun Partlı bir prens ailesinden geldiği de iddia edilir. Bununla beraber Mani’nin esas hayatı ve faaliyetleri Sasani İmparatorluğu dönemindedir.

Sasaniler (m.s. 224-651)

Hitap ettiği saha bakımından İran’da kurulmuş büyük imparatorluklardan olup, Ahamenişlerden sonra ikinci sırada gelmekteydi. Bu yeni imparatorluk gücünü etkin bir bürokrasi ile ordudan, hükümdar ile Zerdüştlük arasındaki ittifaktan, Orta Doğu ve Orta Asya’nın zenginliği ve ticaretinden alıyordu.

Avesta metinleri Sasanilerin ilk döneminde yazıldı ve kurumsallaşması da erken Sasani döneminde oldu. Yine Sasani döneminin önemli dini metinlerinden olan Ardavirafname’de[4] bu dönemin ürünü. Firdevsî’nin 10-11. yüzyılda yazdığı Şehname, genel olarak Sasani döneminde toplanmış sözlü hikâyelerdir.

Sasanileri büyük devlet haline getiren 1. Şapur (hük. 240-271), Cundişapur’u (Huzistan- Susa şehri yakınlarındaki meşhur antik şehir) inşa ettirdi. Suriye bölgesini tahrip eden Şapur, esirlerle birlikte Suriye’deki sanatçılar ve bilginlerden oluşan kalabalık bir grubu Cundişapur şehrine yerleştirdi. Bu şehir zamanla eğitim ve ipek üretim merkezi haline geldi.

6. yüzyılda Sasani İmparatorluğu
6. yüzyılda Sasani İmparatorluğu

1. Şapur, imparatorluk içinde devletin resmi dini olan Zerdüştlük haricinde Hristiyanlık, Yahudilik ve Budizm gibi dinleri serbest bırakmıştı. Bu dönemde Mani (m.s. 216-277), Zerdüştlük, Hristiyanlık ve Budizm gibi dinlerin sentezi olarak görülen Manehizm’i kurdu. Bu yeni din, 1. Şapur tarafından da desteklenmekteydi.

Zamanla Sasani hükümdarları ile Mecusi-Zerdüşt ruhban sınıfı arasında güç dengesi değişmişti. İlk Şehinşahlar “Mobed” adı verilen rahipleri atayıp onlara unvanlar veriyordu. Mecusilik-Zerdüştlük’ün kurumsal bir hâle gelmesinin ardından “mobadan-i mobed” adı verilen üst düzey rahip türünün ortaya çıkmasıyla ruhban sınıfı bağımsız bir hâl aldı. 1. Şapur tarafından desteklenen Mani, 1. Şapur’dan sonra mobedların tesiriyle öldürüldü ve taraftarlarından kurtulanlar da civar ülkelere kaçtı.

Sasani döneminin diğer bir önemli olayı da “Mazdek” idi. Mazdek, Mecusiliğin o zamanki uygulamalarına karşı çıkarak Mecusiliğe yeni yorumlar getirdi. Ondan dolayıdır ki Mani gibi o da “yorumcu-zendik” olarak adlandırıldı. Mazdek hakkındaki yetersiz ve farklı bilgilerin kaynağı, muhtemelen onun düşmanları tarafından tanıtılmasından geliyordu. Mazdek, Mecusi-Zerdüşt rahipler de olmak üzere soyluların yerleşik imtiyazlarına karşı çıkmıştı. Ona göre huzursuzluğun kaynağı malların adil olmayan paylaşımı idi. O dönemdeki Sasani Şahı 1. Kubat-Kavat (488-496, 499-531) bundan faydalanarak soyluların gücünü kırmak istedi ve Mazdek’i destekledi. Sonrada yeni bir soylu sınıfı olan “dikhanlar”ı oluşturmaya başladı. Onun reformları ancak oğlu 1. Hüsrev (Anuşirvan) zamanında tamamlandı.

1. Hüsrev (531-579) döneminin en kalıcı reformu toprağa dayalı yeni bir askeri sınıf olan Dikhanların oluşturulmasıydı. Bu sınıfın mensupları bölgelerinde hem askeri hem de idari sorumluluğa sahipti. Dikhanları soylulardan oluşmuş büyük toprak sahiplerinden ayırmak için eşraf olarak adlandırıldılar. Bunlar hükümdar için yeni bir güç kaynağı oldu ve soyluların gücünü de zayıflattı.

Bizans kralı 1. Justinianos 529’da Pagan oldukları düşüncesiyle Atina’daki akademiyi kapattı. Buradaki filozoflar, Harran’dakiler ile beraber Sasani İranı’na davet edildi. Bu gelenlerle beraber daha önce 1. Şapur tarafından kurulmuş olan Cundişapur, ünlü bir eğitim merkezi oldu. Burada tıp ve diğer bilimlerin yazılı metinleri Pehlevice’ye tercüme ediliyordu. Bu merkez, Sasaniler yıkıldıktan sonra uzun müddet varlığını devam ettirdi.

Sasani döneminde, Huzistan ve Mezopotamya nehirlerine kanallar yapıldı ve böylece ziraat arttı. Buna bağlı olarak Çin, Hindistan ve Mezopotamya arasındaki ticaret de ilerledi. Çin’den ithal edilen iplikle yapılan kumaşlar, Avrupa ve Çin’de beğeniliyordu. Ayrıca Çin’e gümüş kaplar ve cam eşyalar gönderiliyordu.

Sasanilerin kumaşların üzerindeki desen kaplamalarının İran dışında da kalıcı etkisi oldu. Tizfon’un (Medain) Müslümanlar tarafından alınmasından sonra oradaki zenginlik Arapları şaşırtmıştı. Hatta 1. Hüsrev döneminden kaldığı sanılan meşhur halı ganimet olarak dokuz kişiye bölündü.

İlk tonozlar[5], önceleri daha çok yeraltı geçitleri ve gizli dehlizlerin yapımında, askerî amaçlı tünellerde uygulanıyordu. Toprak üstü mimaride yaygın bir kullanıma sahip değillerdi. Toprak üstü tonoz uygulaması Sasani devrinde yaygınlaştı. Çünkü Mezopotamya ve bazı bölgelerdeki taş malzemenin yetersizliği, kerpiç ve tuğla kullanımını zorunlu hale getirmişti. Tuğla örme teknolojisinin avantajı, kemer ve kubbe yanında tonozu da geliştirmiştir. Uzun süre köprülerde ve ateş tapınaklarında uygulanan bu örtü, Sasani mimarisinde başarıyla uygulanmıştır. Nitekim Tizfon (Medain) Sarayı’nda uzun koridorlar ve büyük eyvanlar derin bir tonozla örtülmüştü. 

Sasaniler, kendi dönemlerinde Roma ile beraber en büyük iki imparatorluktan biriydi. İmparatorluklarda vergi toplama, bürokrasi ve mühendislik gelişmiştir. Su değirmenleri İran’ın Huzistan bölgesinde bolca kullanılırdı ve İslami dönemde Himalayalardan Kuzey Afrika’ya kadar yayıldı. İran’ın kum ve rüzgâr bölgesi olan Sistanda’da yel değirmenleri ortaya çıktı ve İslami dönemde de bu uygulama, Hindistan’dan Pireneler’e kadar yaygınlaştı.

Bir başka mühendislik harikası ise “qanat- karez[6] idi. Suyun, yeraltında dağıtılması prensibine göre çalışan bu sistem, daha yakın zamana kadar İran’da yaygın olarak kullanılıyordu. Bugün ise İran-Yezd’de hâlâ aktif olarak kullanılıyor. Qanat sistemi, Doğu Türkistan’dan Fas’a, oradan İspanya ve Güney Amerika’ya kadar taşındı. Qanat sistemi Sasani döneminden önce de kullanılıyordu. M.ö. 5. yüzyılda Ahamenişler tarafından yapılan Persepolis’teki sarayda da bu sistem kullanılmıştı.

İSLAM SONRASI DÖNEMDE İRAN 

İran kültürünün Müslüman devletlere tesiri genel itibariyle Abbasilerin 750’de kurulmasıyla başlar. Emeviler’e karşı Abbasi ihtilalinin başladığı yer Horasan ve Orta Asya’dır. Bu ihtilalin en önemli kahramanı da İranlı Ebu Müslim Horasani idi. Yeni kurulan Abbasi devlet idaresine de İranlı Bermekî ailesi getirildi.

Abbasiler de Sasani başkenti Tizfon-Medain’in yakınında Bağdat’ı başkent yaptılar. İranlıların hükümdarlık kavramı, bürokrasi ve saray gelenekleri Abbasi döneminde yeniden canlandı.

Orta Çağ’da bilimlerde yeniden sıçrama, genel itibariyle Abbasilerin kurulmasıyla başlar. Esas tercüme faaliyetleri en önemli ivmesini Me’mun döneminde (hük:813-833) aldı. Memun Horasan Valisiydi, babası Harun Reşit ölünce kardeşiyle taht mücadelesine girdi ve kazandı. Hilafet merkezi olarak ilk önce Horasan’ın önemli merkezlerinden Merv’i seçti. İran asıllı Fazl b. Sehl’i de vezir tayin etti.

Frederick Starr’ın “Kayıp Aydınlanma” adlı eserine göre, “Sasanilerden sonra, Abbasilerin ilk döneminde yönetimi ellerinde tutan Bermeki ailesi, Samaniler ve Büveyhiler gibi İranlı hanedanlıkların yanında; ibn-Mukaffa, Mesudi, Gazali, Nizamü’l-mülk ve Reşidüddin gibi İranlı filozoflarının da oluşturduğu evrensel hükümdarlık kavramını, İslami temele oturttuldu.”

Dikhanlar, Sasani sonrası İslami dönemde de bir şekilde hayatiyetlerini devam ettiren bir sınıf olup, İran hükümdarlık geleneğinin ve kültürünün taşıyıcısı oldular. Firdevsî’nin Şehnamesi ile İran kültürünün canlanmasına zemin hazırladılar. V. V. Barthold’a göre:“Selçuklu veziri Nizamü’l-mülk’ün kurduğu “ikda sistemi”[7] Sasani döneminden mülhemdir”.

Sasanilerden sonra ortaya çıkan çeşitli yerel İranî hanedanlıklar ekseriyet Dikhan ailelerden geliyordu. İlk olarak Abbasi valisi olan Tahirîler (821-873) Horasan’da yerel özerk bir yönetim kurdular. Daha sonra gelen Samaniler ve Büveyhiler İslam medeniyetinin gelişmesinde önemli katkılar sağladılar. Özellikle Samaniler çok önemlidir.

9. yüzyıl itibarı ile bölgede yerel İranî hanedanlıklar başladı. Belh’li bir Dikhan ailesi olan Samaniler, Arap fetihlerinden sonra İran kimliğinin kesin temelini atarak daha sonraki İran tarihine damgasını vurdu. Samaniler önce Rudeki’yi desteklediler ve o ilk Farsça yazan şair unvanını aldı. Onun ardından gelen Firdevsî, Şehname’sini Samanilerin oluşturduğu iklimde yazmaya başladı ve Gazneliler devrinde tamamladı.

Samaniler döneminde bozkır kısmı ve Doğu Türkistan sayılmazsa, Orta Asya tamamen İslamlaştı. Samanilerin hemen komşusu olan ve bozkır bölgesinde yaşayan Türklerin de İslamlaşması bu dönemde başladı. Samani devri, hem Farsçanın geliştiği hem de ilmî faaliyetlerin yaşandığı en verimli dönem idi.

10. yüzyılda Samaniler
10. yüzyılda Samaniler

Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki Orta Çağ’ın yetiştirdiği büyük alimlerin büyük bir çoğunluğu İran ve İranî halkların yaşadığı bölgelerden çıktı. Bu bölge Bağdat’tan Orta Asya bozkırlarına kadar olan yerdir.

Edebiyat ve şiir, İranî halkların tasavvuf ile beraber en zirve yaptığı sahadır. Bugün dahi bu büyük şair ve yazarlar hâlâ zirvelerdeki yerlerini koruyor. Orta Çağ İslam dünyasında edebiyat dili de Farsça idi.

İslami Dönemde, İran’da Yetişen Şair ve Alimler

Pozitif Bilimler ve Felsefe: Cabir bin Hayyan (ö. 815), Muhammed b. Musa el- Harezmi (780-850), Ahmed el- Fergani (ö.861), Ebubekir er- Razi (865-925), Farabi et- Türki (ö. 950), Beni Musa (9.yüzyıl), Ebu Sehl el- Kuhi (10. Yüzyıl), Abdurrahman el- Sufi (903-986), Ebul Vefa Buzcani (940-998), Ebu Mahmud el- Hucendi (945-1000), Ebu Süleyman el- Sicistani (932? – 1001?), El Kereci (ö.1019 sonrası), Ebu Nasr Mansur bin Irak-i (960-1036), Biruni (ö.1061), İbn Sina (ö. 1037), Gazali (1058-1111), Ömer Hayyam (1039/1048-1131), Abdurrahman el- Hazini (12. Yüzyıl), Maktül Şehabeddin Suhreverdi (1154-1191), Nasuriddin el- Tusi (1271-1274), Kutbettin Şiraz-i (1236-1311), Kemalettin Faris-i (1260-1319), Giyasettin Kaşi (1380-1429).

Sosyal Bilimler: Abdullah ibn Mukaffa (720/24-759), Belazüri (ö. 892/93), Yakubi (ö. 905), İbn Hurdazbih (ö.912/13), Taberi (839-923), El İstahri el- Farisi (ö.951/52), Ahmet ibn Rusteh (10. Yüzyıl), Ali bin Abbas el- Mecusi (10. Yüzyıl), Belami (ö. 10.yüzyıl), Ebu Nasr Muhammet el- Utbi (961-1040), Ebul Fazl Hüseyin b. Beyhaki (ö.1077-78), Gerdizi (11. Yüzyıl), Nizamülmülk (1018-1092), Ata Melik Cüveyni (ö.1283), Zekeriya Gazvin-i (1203-1283), İbn Bibi (ö. 1286 sonrası), Reşidüddin Hamedan-i (ö. 1318), Hamdullah el- Müstevfi (1281-1340).

Edebiyat ve Şiir: Rudeki (ö. 940), Firdevsi (940-1020), Nasır-i Hüsrev (11.yüzyıl), Sena-i Gaznev-i (1071? – 1131?), Enveri (ö. 1189?), Nizami Gencev-i (1141-1209/14?), Feridüddin Attar (ö.1221), Mevlâna Celalettin Rum-i (1207-1273), Sadi Şiraz-i (ö. 1292), Hafız Şiraz-i (ö. 1390).

Dini ilimler: Orta Çağ İslam dünyasında diğer ilimlerde olduğu gibi dini ilimlerde her bölgede zirve yaptı. Bundan dolayı onunla ilgili bir liste yapmayacağım. Sadece bir konu diğer bölgelerden ayrıldığı için ona yazacağım. İslam’da Kur’an dan sonra en muteber kaynak Hadislerdir. Sünni ilahiyatta bu kaynakların en muteberleri “Kütüb-i sitte” adı altında toplanmış altı hadis kitabıdır. Bunları yazanların hepsi İran ve İran-i halkların yaşadığı bölgedendir; Buhari (810-870), Müslim b. Haccac el Nişaburi (817-875), Tirmizi (824-892), Ebu Davud es-Sicistani (818/9-889), İbn Mace el- Kazvini (824-887), Ebu Abdurrahman en-Nesai- Horosani (830-915).

Tasavvuf: İran, tasavvuf ile öylesine özdeş olmuş ki, İranlı mutasavvıflar kimlerdir yerine, İranlı olmayan mutasavvıflar kimlerdir sorusu daha yerinde olur. Tasavvuf tarihinde Horasan evliyaları meşhurdur. Bundan dolayıdır ki İran Tasavvuf için memba ülkedir. İlk tasavvuf yazarları, tabakatçılar (biyografi yazarları) ve ilk tezkireciler (evliya menkıbeleri) hep bu memba ülkenin ürünüdür. Tasavvufla ilgili hangi esere bakarsanız bakın hemen kaynak olarak şu İranlı isimleri göreceksiniz; Kuşeyri, Sulemi, Hücviri, Ebu Nuaym İsfehani, Kaşani, Ferdüddin Attar, Ebul Hafs Suhreverdi, Abdurahman Cami.

Tasavvufun ilk kaynakları Arapça kaleme alınmış fakat daha sonra Ebu Said-i Ebu’l-Hayr, Hucviri, Baba Tahir-i Üryan, Sena’i Gaznevî, Feridüddin Attar, Mevlâna Celalettin-i Rumi, Mahmut Şebüsteri, Fahrettin-i İrakî ve Molla Cami gibi müelliflerin eserlerini Farsça kaleme almalarıyla, bu dil de tasavvuf dili haline gelmiştir. Bugün dahi kullandığımız, “şeyh, pir, dergâh, derviş, hangâh ve çile” gibi tasavvufi terimler Farsçadır.

İranlı mutasavvıfların en önemlileri şöyledir: İbrahim bin Ethem (ö. 777-78), Fudayl bin İyaz (ö.803), Şakih’i Belh-i (ö.810), Mahruf-i Kerhi (ö.815-16), Bişr-i Hafi (ö.850), Beyazit Bitam-i (ö.874), Hamdan el- Kassar (ö.884), Cüneyt’i Bağdad-i (ö.910),  Hallac’i Mansur (ö.922), Hasan Harakani (ö.1033), Ebu İshak Kazerun-i (ö.1035), Ahmet Gazali (ö.1126), Yusuf Hamedani (ö.1140), Ahmet Cami Nameki (ö.1141), Abdulkadir Geylani (ö.1166), Ebu Necip Suhreverdi (ö.1168), Necmettin’i Kübra (ö.1221), Cemalettin Savi (ö.1232-33), Ebu-l Hafs Şehabettin Sühreverdi (ö. 1234), Şems’i tebriz-i (ö.1248), Fahrettin’i İrak-i (ö.1289), İbrahim Zahit Geylani (ö.1301),  Mahmut Şebusteri (ö.1340), Ömer Halveti (ö.1397?).

Neticeyi kelam:

Prof. Dr. Fuat Sezgin’in ifadesiyle, “Bilim tarihinin Yunanlılara kadar olan gelişme sürecini takip etmek oldukça zor. Yunanlıların, Sümer, Babil, Asur, Hitit ve Mısır kültürlerinden aldıkları ile ilgili kaynaklar zayıf. Bundan dolayı bilimler tarihi Yunanlılar ile başlatılıyor. Onların bilimler tarihinde işgal ettikleri sekiz yüz yıllık muazzam dönemlerinden sonra 7. yüzyılın ilk yarısında İslam, bu kültür merkezlerini içine alan bir güç olarak tarih sahnesine çıktı”. O kültür merkezlerinin mümessillerinin yardımıyla bilimlere yeni bir kıvılcım kazandırdı. Bu kıvılcım yeni bir hamleye döndü ve 800 yıl süren (8. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar) İslam bilim tarihi safhasını oluşturdu. 16. yüzyıldan itibaren bu bayrağı Avrupa’ya teslim etti.

10. yüzyılın sonlarında bilim tarihçilerinin bahsettiği bir mektuplaşma vardır. Bu mektuplaşma Orta Çağ’daki İslam dünyasının bilimlerde geldiği seviye ve entelektüel hayatı gösterme açısından önemlidir. Evet, bütün Orta Çağ’ın iki dev isminin birbirlerine yazdıkları dörder mektup vardı. Bu mektuplar yaklaşık bin yıl sonra tekrar yayımlandı. Bunlardan birisi Buhara’daki Samani sarayında yetişmiş, o zaman on sekiz yaşında olan İbn Sina, diğeri ise Harizm’de yetişmiş olan yirmi sekiz yaşındaki el-Biruni idi. Tartıştıkları konulardan birisi, yıldızların arasında başka bir güneş sistemi var mı, yoksa kâinatta yalnız mıyız? Bu tartışmadan yaklaşık altı yüz yıl sonra Giordana Bruno (1548-1600), kâinatta başka gezegenlerin de bulunduğunu söylediği için diri diri yakılacaktır.

Orta Çağ’da dünya bilim tarihine yön veren bu bilim adamlarının yarısından fazlası İranlıydı veya İran’ın kültür havzasında yetişmişti. Yukarıda isimlerini verdiğimiz zirve şahsiyetler ayarında İslam öncesi 1200 yıllık İranlı imparatorluklar döneminde (m.ö. 6. yüzyıldan m.s. 7. yüzyıla kadar) acaba dünyayı etkilemiş kaç bilim insanı ve entelektüel vardı? Elbette büyük imparatorluklarda büyük devlet adamları ve komutanlar yetişmiştir. Ahamenişleri ve Sasanileri anlatırken onlardan bahsettik. Ama onların dışında, o döneme ait m.s. 6. yüzyılda Sasaniler döneminde yaşamış filozof, ahlakçı ve devlet adamı Bozorgmehr (531-578)’den başkasını bilmiyoruz.

Orta Çağ’da yaşayan İranlı alimleri ancak kendi dönemlerindeki diğer bölgelerde yaşayan Müslüman alimler, antik çağdaki Yunanlılar ve 15. yüzyıldan sonraki batılı bilim insanları ile mukayese edebiliriz.

10.03.2020 İstanbul

Nazmi Emin

Yukarıda İsimleri verilen alimler, şairler, mutasavvıflar ve hadisçiler hakkındaki ana kaynağımız, DİA’da (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi) onlar hakkında yazılan maddelerdir.

Kaynakça:

-Prof. Dr. Y. Nuri Öztürk, Tasavvufun Ruhu ve Tarikatlar, Yeni Boyut, İstanbul 1997

-Tahsin Yazıcı-Mürsel Öztürk-A. Naci Tokmak, İran Maddesi, DİA, İstanbul 2000.

-Jean Paul Rou, Orta Asya, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2006.

-Salim T.S. Al- Hassan, 1001 İcat- Dünyamızda İslam Mirası, Foundation for Science, Türkiye 2010.

-Gene R. Garthwaite, İran Tarihi, İnkılap Kitapevi, İstanbul 2011.

-Reşat Öngören, Tasavvuf Maddesi, DİA, İstanbul 2011.

-Bernard Lewis, Haşşaşiler, Kapı yayınları, İstanbul 2014.

-Nazmi Emin, Orta Çağ Aydınlığı, Erem Pazarlama Kültür Yayınları, İstanbul 2015.

-Prof. Dr. Nimet Yıldırım, İran Kültürü, Pinhan Yayıncılık, İstanbul 2016.

– V.V. Barthold, Türkistan, Kronik Kitap, İstanbul 2017.

-S. Frederıck Starr, Kronik Kitap, İstanbul 2019.

(https://www.nazmiemin.com/kadim-iranda-metafizik-yolculuk/).

[1] Ceyhun nehrinin Aral gölüne döküldüğü mıntıkadaki sağlı sollu bölgeleri.

[2] Ceyhun ve Seyhun nehirleri arasındaki kısım, bugünkü yaklaşık Semerkant ve Buhara’yı da içine alan coğrafi bölge.

[3]Hindikuş dağları ile Ceyhun nehri arasında kalan ve merkezinde Belh’in bulunduğu yer.

[4] Sasani Devletinin kurucusu Erdeşir-i Babekan (hük. 226-241) döneminde yaşadığı kabul edilen ve Mecusi- Zerdüşti geleneklerinin büyük “mobedi– azizi-evliyası Ardaviraf”ın metafizik âleme ruhen veya rüyada gerçekleştirdiği iddia edilen yolculuğu- miracı.

[5] Yarım silindir biçiminde tavan örtüsü.

[6] Sıcak bölgelerde suyun dağlardan şehirlere taşınması için yeraltından meyilli bir şekilde açılan su yolları.

[7] Devlete ait arazilerin gelirlerini, devlet görevlilerine hizmet karşılığı verilmesi.

[8] Kur’an’ın akla göre yapılan tefsiri.

[9] Akıl yürütmeye veya bir bilgi vasıtasına gerek kalmadan bilginin doğrudan içe doğması; iç aydınlanma, keşf ve zevke- manevî tecrübe- dayanan bilgi.

[10] Beş adet mesnevinin birleşiminden ortaya çıkan eser.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu