
Akademisyen bir arkadaşım Çin’e konferansa gitmişti. Orada karşılaştığı İranlı konuşmacı, “İslam göçebe kavimlere bir şey katsa da İran’a pek bir şey katmamıştır” demiş. Aslında buna benzer ifadeleri İranlı arkadaşlarımdan şahsen ben de duydum. İslam Medeniyeti (bilim tarihi) ve İran, bizim amatörce de olsa çalıştığımız konu. İslam öncesi İran ile Müslüman olmuş İran’ı karşılaştırırsak bu meselenin anlaşılmasında faydalı olabilir.
İran neresidir ve İranlı kimdir sorusu burada ehemmiyet arz eder. İran Platosu denilen yer, batıda Zagros dağları, kuzeyde Hazar Denizi, Kafkas dağları; güneyde Hürmüz Boğazı, Umman Denizi ve doğuda Hindi kuş Dağları arasında kalan bir parçadır. Sasanilerin yıkıldığı dönemde (m.s. 642) İran coğrafyası günümüz İran, Azerbaycan, Afganistan devletlerinin tamamını, Güney Türkmenistan’ı, Pakistan’ın batı yarısı ve bugünkü Irak topraklarındaki Dicle Nehri çevresini (Mezopotamya düzlükleri) kapsamaktadır. Antik Ahameniş, Part ve Sasani imparatorlukları bu platonun merkezini yurt edinip sık sık batısında ve doğusunda geniş toprakları istila ettiler. İslami dönemde İran’da kurulan büyük devletler de aşağı yukarı yukarıdaki topraklara hükmetmiştir.
İslam öncesi İran’da kurulan devletlerin bazen doğrudan yönetiminde olamayan fakat İranî halkların yaşadığı bölgeler de vardı. Bunlardan en önemlileri Harizm[1], Maveraünnehir- Sogdia[2] ve Baktria- Toharistan[3] idi.
Harizm bölgesinde Orta İran diller grubundan olan Harizmce konuşulurdu. Maveraünnehir’de ise yine Orta İran dilleri grubundan Sogdca konuşulurdu ki o bölgenin ismi de Sogdiana olup eski haritalarda da böyle geçer. Tarihteki Belh- Baktria bölgesinde konuşulan dillerden olan Toharca da orta İran dillerindendir. Bu bölgelerde Arap fetihlerinde önce yukarıda saydığımız diller konuşulurdu ve İranî halklar yaşardı. Bölgenin genel dini Mecusilik- Zerdüştlük olmakla birlikte; Budizm, Maniheizm ve Nasturilik gibi dinler de orada hayatiyetlerini devam ettirmişti.
Biz bugün Orta Asya’nın eski şehirlerinde Türkler yaşadığından kadimden beri oraları Türk yurdu sanıyoruz. Orada yetişen bilim adamlarını da Türk kabul ediyoruz. Halbuki Ahamenişler dönemi ve Sasani devri haritalarında bu bölgeler hep İranlıların kontrolü altındaydı. Bununla beraber o bölgeler İranî halkların yaşadığı yerler olsa da farklı milletlere mensubiyeti olanlar da yaşamaktaydı. Bölgenin kuzeyinde bozkırlarda yaşayan göçebelerden de buraya göç eden olmuştur.

Samanilerin 999’da yıkılmasıyla Karahanlılar bu bölgeye hâkim oldu. Böylece 11. yüzyıl itibariyle Türkler bölgeye gelmeye başladı. Bununla beraber Türklerin bölgedeki şehirlere yerleşmeleri çok hızlı olmadı. V. Barthold Türkistan isimli eserinde, “1080 yılında bölgenin hâkimi Karahanlı Şemsü’l-Mülk Maveraünnehir’de göçebe hayatı yaşardı. Kışın Buhara’da kalırdı ama o da askerlerin çadırında”.
İSLAM ÖNCESİ DÖNEMDE İRAN
Ahamenişler (m.ö. 559-330)
Bugün İran diye bildiğimiz coğrafi bölge m.ö. 6. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar Perslerin ülkesi manasında Persiya diye bilinirdi. Eski döneme ait haritalarda da bunu görmek mümkün. Aslında Persler bu bölgeye kuzeyden göç eden İranî kabilelerden birisi. Fakat m.ö. 559’da Büyük Kuriş- Kiros tarafından kurulan Ahameniş İmparatorluğu, daha önceleriyle kıyaslanmayacak ölçüde büyük ve farklıydı. Daha sonra kurulan imparatorluklara kurum ve sistemiyle model oldu. Tarihçilerin, tarihin en büyük dört imparatoru dediklerinin ikisi (Büyük Kuriş- Kiros ve 1. Darius) bu imparatorluğun (m.ö. 559-330) krallarıydı. İster Asur’da olsun ister Mısır’da, kralların kazandıkları zaferler kayalara veya dikili taşlara işlenirdi. Oralardaki işlemelerde kralın ayağının altında ezilen düşman figürleri vardı. İlk kez bir imparator (Büyük Kuriş- Kiros) kazandığı büyük zaferlerin ardından bu tür kaya kabartmaları yerine, ilk insan hakları beyannamesi diye adlandırılan beyannamesini bir silindir üzerine yazdırır. Bugün Kiros silindiri adıyla British Müzesi’nde olup bir kopyası da Newyork’taki Birleşmiş Milletler karargâhındadır.
Bir başka yönüyle bu dönemde Çin hariç, tarihteki bütün medeniyetler tek imparatorluk etrafında toplandı. Hint, Med, Babil, Filistin, Fenike, Mısır, Lidya ve Yunan medeniyetlerinin kurulduğu topraklar, İranlıların (Ahameniş Hanedanlığı) hükümranlığı altına girdi ve ülkeler arası bilim ve sanat alışverişi kolaylaştı.
İranlılar en çok Ahameniş Hanedanlığı ile övünürler. Şiraz yakınlarında Pasagrat’ta bulunan Kuriş’in mezarını her yıl ziyaret edip tören düzenlerler. Bu imparatorluk İskender tarafından yıkılmıştır (m.ö. 330). İskender’in fethettiği bölgeler ile Ahamenişler’in fethettiği bölgeler aşağı yukarı aynıdır. Sadece İskender’in başladığı nokta Makedonya, Ahamenişlerin başladığı nokta İran’ın Fars bölgesidir.

Selevkoslar Dönemi (m.ö. 312-129)
İskender’in ardıllarının kurduğu imparatorluk Suriye’den Orta Asya’ya kadar hüküm sürdü. Bu hanedanlık İranî bir kimliğe ait olmayıp onların diline, dinine ve kültürüne yabancıydılar. Bu kültür hükümdar ve yakın çevresindekilere aitti. Mecusilik- Zerdüştlük, Selevkoslar döneminde gerek içeride gerekse dışarıda varlığını sürdürdü. İran üzerinde Helenizm etkisi yüzeysel olup fikir alanında pek bir tesiri yoktu. Heykeller ve sikkelerde kullanılan Helenizm’e ait biçimler yönetim kadrosunun kültürünü yansıtıyordu.
Partlar- Arşaklılar (m.ö. 247-m.s. 224)
Part kelimesi, coğrafi bir bölge olup İran’ın kuzeyi anlamına da gelir. Genel hatlarıyla Hazar Denizi ile Ceyhun Nehri arasındaki bölgeyi kapsar. Partlar kuzeydeki göçebe kabilelerin oluşturduğu bir konfederasyon olup bunu kuranlar Arşaklılar idi. Bunların konuştukları diller, Orta İran diller gurubundan Part dilleri diye adlandırılır.
Partlar bulunduğu kuzey bölgesinden batıya doğru gelerek bugünkü Bağdat yakınlarında Dicle Nehri kenarındaki Tizfon (Medain) şehrini kurdu. Tizfon, Partlar ’dan sonra Sasanilerin de başkentliğini yaptı. Burası aynı zamanda antik Babil’in yakınındadır.
Partlar bastırdıkları sikkelerde at sırtındaki hükümdarlar olarak tasvir ediliyordu. Göçebe halklardan olduklarından okçuları meşhurdu. Zamanla Partlar Roma ile eşit statüde devlet haline geldi ve bazı dönemlerde de Fırat Nehri Partlar ile Roma arasında sınır oldu.
Part dönemine ait en önemli olay belki de Manihaizm’in kurucusu Mani’nin (m.s. 216), Partların son döneminde doğması. Onun Partlı bir prens ailesinden geldiği de iddia edilir. Bununla beraber Mani’nin esas hayatı ve faaliyetleri Sasani İmparatorluğu dönemindedir.
Sasaniler (m.s. 224-651)
Hitap ettiği saha bakımından İran’da kurulmuş büyük imparatorluklardan olup, Ahamenişlerden sonra ikinci sırada gelmekteydi. Bu yeni imparatorluk gücünü etkin bir bürokrasi ile ordudan, hükümdar ile Zerdüştlük arasındaki ittifaktan, Orta Doğu ve Orta Asya’nın zenginliği ve ticaretinden alıyordu.
Avesta metinleri Sasanilerin ilk döneminde yazıldı ve kurumsallaşması da erken Sasani döneminde oldu. Yine Sasani döneminin önemli dini metinlerinden olan Ardavirafname[4] bu dönemde yazıldı.
Firdevsî’nin 10-11. yüzyılda yazdığı Şehname, genel olarak Sasani döneminde toplanmış sözlü hikâyelerdir.
Sasanileri büyük devlet haline getiren 1. Şapur (hük. 240-271), Cundişapur’u (Huzistan- Susa şehri yakınlarındaki meşhur antik şehir) inşa ettirdi. Suriye bölgesini tahrip eden Şapur, esirlerle birlikte Suriye’deki sanatçılar ve bilginlerden oluşan kalabalık bir grubu Cundişapur şehrine yerleştirdi. Bu şehir zamanla eğitim ve ipek üretim merkezi haline geldi.

1. Şapur, imparatorluk içinde devletin resmi dini olan Zerdüştlük haricinde Hristiyanlık, Yahudilik ve Budizm gibi dinleri serbest bırakmıştı. Bu dönemde Mani (m.s. 216-277), Manihaizm diye anılan; Zerdüştlük, Hristiyanlık ve Budizm gibi dinlerin sentezi olan dinini kurdu. 1. Şapur tarafından da desteklenmekteydi.
Zamanla Sasani hükümdarları ile Mecusi-Zerdüşt ruhban sınıfı arasında güç dengesi değişmişti. İlk Şehinşahlar “Mobed” adı verilen rahipleri atayıp onlara unvanlar veriyordu.
Mecusilik-Zerdüştlük’ün kurumsal bir hâle gelmesinin ardından “mobadan-i mobed” adı verilen üst düzey rahip türünün ortaya çıkmasıyla ruhban sınıfı bağımsız bir hâl aldı. 1. Şapur tarafından desteklenen Mani, 1. Şapur’dan sonra mobedların tesiriyle derisi yüzülerek öldürüldü ve taraftarlarından kurtulanlar da civar ülkelere kaçtı.
Sasani döneminin diğer bir önemli olayı da “Mazdek” idi. Mazdek, Mecusiliğin o zamanki uygulamalarına karşı çıkarak Mecusiliğe yeni yorumlar getirdi. Ondan dolayıdır ki Mani gibi o da “yorumcu-zendik” olarak adlandırıldı. Mazdek hakkındaki yetersiz ve farklı bilgilerin kaynağı, muhtemelen onun düşmanları tarafından tanıtılmasından geliyordu. Mazdek, Mecusi-Zerdüşt rahipler de olmak üzere soyluların yerleşik imtiyazlarına karşı çıkmıştı. Ona göre huzursuzluğun kaynağı malların adil olmayan paylaşımı idi. O dönemdeki Sasani Şahı 1. Kubat- Kavat (488-496, 499-531) bundan faydalanarak soyluların gücünü kırmak istedi ve Mazdek’i destekledi. Sonrada yeni bir soylu sınıfı olan “dikhanlar”ı oluşturmaya başladı. Onun reformları ancak oğlu 1. Hüsrev (Anuşirvan) zamanında tamamlandı.
1.Hüsrev (531-579) döneminin en kalıcı reformu toprağa dayalı yeni bir askeri sınıf olan Dikhanların oluşturulmasıydı. Bu sınıfın mensupları bölgelerinde hem askeri hem de idari sorumluluğa sahipti. Dikhanları soylulardan oluşmuş büyük toprak sahiplerinden ayırmak için eşraf olarak adlandırıldılar. Bunlar hükümdar için yeni bir güç kaynağı oldu ve soyluların gücünü de zayıflattı.
Bizans kralı 1. Justinianos 529’da Pagan oldukları düşüncesiyle Atina’daki akademiyi kapattı. Buradaki filozoflar, Harran’dakiler ile beraber Sasani İranı’na davet edildi. Bu gelenlerle beraber daha önce 1. Şapur tarafından kurulmuş olan Cundişapur, ünlü bir eğitim merkezi oldu. Burada tıp ve diğer bilimlerin yazılı metinleri Pehlevice’ye tercüme ediliyordu. Bu merkez, Sasaniler yıkıldıktan sonra uzun müddet varlığını devam ettirdi.
Sasani döneminde, Huzistan ve Mezopotamya nehirlerine kanallar yapıldı ve böylece ziraat arttı. Buna bağlı olarak Çin, Hindistan ve Mezopotamya arasındaki ticaret de ilerledi. Çin’den ithal edilen iplikle yapılan kumaşlar Avrupa ve Çin’de beğeniliyordu. Ayrıca Çin’e gümüş kaplar ve cam eşyalar gönderiliyordu.
Sasanilerin kumaşların üzerindeki desen kaplamalarının İran dışında da kalıcı etkisi oldu. Tizfon’un (Medain) Müslümanlar tarafından alınmasından sonra oradaki zenginlik Arapları şaşırtmıştı. Hatta 1. Hüsrev döneminden kaldığı sanılan meşhur halı ganimet olarak dokuz kişiye bölündü.

İlk tonozlar[5], önceleri daha çok yeraltı geçitleri ve gizli dehlizlerin yapımında, askerî amaçlı tünellerde uygulanıyordu. Toprak üstü mimaride yaygın bir kullanıma sahip değillerdi. Toprak üstü tonoz uygulaması Sasani devrinde yaygınlaştı. Çünkü Mezopotamya ve bazı bölgelerdeki taş malzemenin yetersizliği, kerpiç ve tuğla kullanımını zorunlu hale getirmişti. Tuğla örme teknolojisinin avantajı, kemer ve kubbe yanında tonozu da geliştirmiştir. Uzun süre köprülerde ve ateş tapınaklarında uygulanan bu örtü, Sasani mimarisinde başarıyla uygulanmıştır. Nitekim Tizfon (Medain) Sarayı’nda uzun koridorlar ve büyük eyvanlar derin bir tonozla örtülmüştü.
Sasaniler, kendi dönemlerinde Roma ile beraber en büyük iki imparatorluktan biriydi. İmparatorluklarda vergi toplama, bürokrasi ve mühendislik gelişmiştir. Su değirmenleri İran’ın Huzistan bölgesinde bolca kullanılırdı ve İslami dönemde Himalayalardan Kuzey Afrika’ya kadar yayıldı. İran’ın kum ve rüzgâr bölgesi olan Sistanda’da yel değirmenleri ortaya çıktı ve İslami dönemde Hindistan’dan Pireneler’e kadar yaygınlaştı.
Bir başka mühendislik harikası ise “qanat- karez”[6] idi. Daha yakın zamana kadar İran’da yaygın olarak kullanılan bu sistem, İran-Yezd’de hâlâ aktif olarak kullanılıyor. Qanat sistemi, Doğu Türkistan’dan Fas’a, oradan İspanya ve Güney Amerika’ya kadar taşındı. Qanat sistemi Sasani döneminden önce de kullanılıyordu. M.ö. 5. yüzyılda Ahamenişler tarafından yapılan Persepolis’teki sarayda da bu sistem kullanılmıştır.
İSLAM SONRASI DÖNEMDE İRAN
İran kültürünün Müslüman devletlere tesiri genel itibariyle Abbasilerin 750’de kurulmasıyla başlar. Emeviler’e karşı Abbasi ihtilalinin başladığı yer Horasan ve Orta Asya’dır. Bu ihtilalin en önemli kahramanı da İranlı Ebu Müslim Horasani idi. Yeni kurulan Abbasi devlet idaresine de İranlı Bermekî ailesi getirildi.
Abbasiler de Sasani başkenti Tizfon-Medain’in yakınında Bağdat’ı başkent yaptılar. İranlıların hükümdarlık kavramı, bürokrasi ve saray gelenekleri Abbasi döneminde yeniden canlandı.
Orta Çağ’da bilimlerde yeniden sıçrama genel itibariyle Abbasilerin kurulmasıyla başlar. Esas tercüme faaliyetleri en önemli ivmesini Me’mun döneminde (hük:813-833) aldı. Memun Horasan Valisiydi, babası Harun Reşit ölünce kardeşiyle taht mücadelesine girdi ve kazandı. Hilafet merkezi olarak ilk önce Horasan’ın önemli merkezlerinden Merv’i seçti. İran asıllı Fazl b. Sehl’i de vezir tayin etti.
Frederick Starr’a göre (Kayıp Aydınlanma), “Sasanilerden sonra Abbasilere hizmet eden Belhli Bermeki ailesi, yine Belhli olan Samani Hanedanlığı, Deylemli Büveyhi hanedanları; ibn-Mukaffa, Mesudi, Gazali, Nizamü’l-mülk, Reşidüddin gibi filozoflar İranlıların oluşturduğu evrensel hükümdarlık kavramını İslami temele oturttular”.
Dikhanlar, Sasani sonrası İslami dönemde de bir şekilde hayatiyetlerini devam ettiren bir sınıf olup, İran hükümdarlık geleneğinin ve kültürünün taşıyıcısı oldular. Firdevsî’nin Şehnamesi ile İran kültürünün canlanmasına zemin hazırladılar.
V.V. Barthold’a göre:“Selçuklu veziri Nizamü’l-mülk’ün kurduğu “ikda”[7] sistemi Sasani döneminden mülhemdir”.
Sasanilerden sonra ortaya çıkan çeşitli yerel İranî hanedanlıklar ekseriyet Dikhan ailelerden geliyordu. İlk olarak Abbasi valisi olan Tahirîler (821-873) Horasan’da yerel özerk bir yönetim kurdular. Daha sonra gelen Samaniler ve Büveyhiler İslam medeniyetinin gelişmesinde önemli katkılar sağladılar. Özellikle Samaniler çok önemlidir.
9. yüzyıl itibarı ile bölgede yerel İranî hanedanlıklar başladı. Belh’li bir Dikhan ailesi olan Samaniler, Arap fetihlerinden sonra İran kimliğinin kesin temelini atarak daha sonraki İran tarihine damgasını vurdu. Samaniler önce Rudeki’yi desteklediler ve o ilk Farsça yazan meşhur kişi unvanını aldı. Onun ardından gelen Firdevsî, Şehname’sini Samanilerin oluşturduğu iklimde yazmaya başladı ve Gazneliler devrinde tamamladı.
Samaniler döneminde bozkır kısmı ve Doğu Türkistan sayılmazsa, Orta Asya tamamen İslamlaştı. Samanilerin hemen komşusu olan ve bozkır bölgesinde yaşayan Türklerin de İslamlaşması bu dönemde başladı. Samani devri hem Farsçanın geliştiği hem de ilmî faaliyetlerin yaşandığı en verimli dönem idi.

Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki Orta Çağ’ın yetiştirdiği büyük alimlerin büyük bir çoğunluğu İran ve İranî halkların yaşadığı bölgelerden çıktı. Bu bölge Bağdat’tan Orta Asya bozkırlarına kadar olan yerdir.
Edebiyat ve şiir İranî halkların tasavvuf ile beraber en zirve yaptığı sahadır. Bugün dahi bu büyük şair ve yazarlar hâlâ zirvelerdeki yerlerini koruyor. Orta Çağ İslam dünyasında edebiyat dili de Farsça idi.
Bahsi geçen zirve şahsiyetlerle ilgili kısa bilgilendirme yazımız ekler kısmında verilmiştir. Burada onların sadece isimlerini vermekle yetindik.
Pozitif Bilimler ve Felsefe
Cabir bin Hayyan (ö. 815), Muhammed b. Musa el- Harezmi (780-850), Ahmed el- Fergani (ö.861), Ebubekir er- Razi (865-925), Farabi et- Türki (ö. 950), Beni Musa (9.yüzyıl), Ebu Sehl el- Kuhi (10. Yüzyıl), Abdurrahman el- Sufi (903-986), Ebul Vefa Buzcani (940-998), Ebu Mahmud el- Hucendi (945-1000), Ebu Süleyman el- Sicistani (932? – 1001?), El Kereci (ö.1019 sonrası), Ebu Nasr Mansur bin Irak-i (960-1036), Biruni (ö.1061), İbn Sina (ö. 1037), Gazali (1058-1111), Ömer Hayyam (1039/1048-1131), Abdurrahman el- Hazini (12. Yüzyıl), Maktül Şehabeddin Suhreverdi (1154-1191), Nasuriddin el- Tusi (1271-1274), Kutbettin Şiraz-i (1236-1311), Kemalettin Faris-i (1260-1319), Giyasettin Kaşi (1380-1429).
Sosyal Bilimler
Abdullah ibn Mukaffa (720/24-759), Belazüri (ö. 892/93), Yakubi (ö. 905), İbn Hurdazbih (ö.912/13), Taberi (839-923), El İstahri el- Farisi (ö.951/52), Ahmet ibn Rusteh (10. Yüzyıl), Ali bin Abbas el- Mecusi (10. Yüzyıl), Belami (ö. 10.yüzyıl), Ebu Nasr Muhammet el- Utbi (961-1040), Ebul Fazl Hüseyin b. Beyhaki (ö.1077-78), Gerdizi (11. Yüzyıl), Nizamülmülk (1018-1092), Ata Melik Cüveyni (ö.1283), Zekeriya Gazvin-i (1203-1283), İbn Bibi (ö. 1286 sonrası), Reşidüddin Hamedan-i (ö. 1318), Hamdullah el- Müstevfi (1281-1340).
Edebiyat ve Şiir
Rudeki (ö. 940), Firdevsi (940-1020), Nasır-i Hüsrev (11.yüzyıl), Sena-i Gaznev-i (1071? – 1131?), Enveri (ö. 1189?), Nizami Gencev-i (1141-1209/14?), Feridüddin Attar (ö.1221), Mevlâna Celalettin Rum-i (1207-1273), Sadi Şiraz-i (ö. 1292), Hafız Şiraz-i (ö. 1390).
Dini ilimler
Orta Çağ İslam dünyasında diğer ilimlerde olduğu gibi dini ilimlerde her bölgede zirve yaptı. Bundan dolayı onunla ilgili bir liste yapmayacağım. Sadece bir konu diğer bölgelerden ayrıldığı için ona yazacağım. İslam’da Kur’an dan sonra en muteber kaynak Hadislerdir. Sünni ilahiyatta bu kaynakların en muteberleri “Kütüb-i sitte” adı altında toplanmış altı hadis kitabıdır. Bunları yazanların hepsi İran ve İran-i halkların yaşadığı bölgedendir.
Buhari (810-870), Müslim b. Haccac el Nişaburi (817-875), Tirmizi (824-892), Ebu Davud es-Sicistani (818/9-889), İbn Mace el- Kazvini (824-887), Ebu Abdurrahman en-Nesai- Horosani (830-915).
Tasavvuf
İran, tasavvuf ile öylesine özdeş olmuş ki, İranlı mutasavvıflar kimlerdir yerine, İranlı olmayan mutasavvıflar kimlerdir sorusu daha yerinde olur. Tasavvuf tarihinde Horasan evliyaları meşhurdur. Bundan dolayıdır ki İran Tasavvuf için memba ülkedir. İlk tasavvuf yazarları, tabakatçılar (biyografi yazarları) ve ilk tezkireciler (evliya menkıbeleri) hep bu memba ülkenin ürünüdür. Tasavvufla ilgili hangi esere bakarsanız bakın hemen kaynak olarak şu isimleri göreceksiniz; Kuşeyri, Sulemi, Hücviri, Ebu Nuaym İsfehani, Kaşani, Ferdüddin Attar, Ebul Hafs Suhreverdi, Abdurahman Cami.
Tasavvufun ilk kaynakları Arapça kaleme alınmış fakat daha sonra Ebu Said-i Ebu’l-Hayr, Hucviri, Baba Tahir-i Üryan, Sena’i Gaznevî, Feridüddin Attar, Mevlâna Celalettin-i Rumi, Mahmut Şebüsteri, Fahrettin-i İrakî ve Molla Cami gibi müelliflerin eserlerini Farsça kaleme almalarıyla, bu dil de tasavvuf dili haline gelmiştir. Bugün dahi kullandığımız, “şeyh, pir, dergâh, derviş, hangâh ve çile” gibi tasavvufi terimler Farsçadır.
Mutasavvıfların en önemlileri:
İbrahim bin Ethem (ö. 777-78), Fudayl bin İyaz (ö.803), Şakih’i Belh-i (ö.810), Mahruf-i Kerhi (ö.815-16), Bişr-i Hafi (ö.850), Beyazit Bitam-i (ö.874), Hamdan el- Kassar (ö.884), Cüneyt’i Bağdad-i (ö.910), Hallac’i Mansur (ö.922), Hasan Harakani (ö.1033), Ebu İshak Kazerun-i (ö.1035), Ahmet Gazali (ö.1126), Yusuf Hamedani (ö.1140), Ahmet Cami Nameki (ö.1141), Abdulkadir Geylani (ö.1166), Ebu Necip Suhreverdi (ö.1168), Necmettin’i Kübra (ö.1221), Cemalettin Savi (ö.1232-33), Ebu-l Hafs Şehabettin Sühreverdi (ö. 1234), Şems’i tebriz-i (ö.1248), Fahrettin’i İrak-i (ö.1289), İbrahim Zahit Geylani (ö.1301), Mahmut Şebusteri (ö.1340), Ömer Halveti (ö.1397?).
Neticeyi kelam:
Prof. Dr. Fuat Sezgin’in ifadesiyle, “Bilim tarihinin Yunanlılara kadar olan gelişme sürecini takip etmek oldukça zor. Yunanlıların, Sümer, Babil, Asur, Hitit ve Mısır kültürlerinden aldıkları ile ilgili kaynaklar zayıf. Bundan dolayı bilimler tarihi Yunanlılar ile başlatılıyor. Onların bilimler tarihinde işgal ettikleri sekiz yüz yıllık muazzam dönemlerinden sonra 7. yüzyılın ilk yarısında İslam, bu kültür merkezlerini içine alan bir güç olarak tarih sahnesine çıktı”. O kültür merkezlerinin mümessillerinin yardımıyla bilimlere yeni bir kıvılcım kazandırdı. Bu kıvılcım yeni bir hamleye döndü ve 800 yıl süren (8. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar) İslam bilim tarihi safhasını oluşturdu. 16. yüzyıldan itibaren bu bayrağı Avrupa’ya teslim etti.
10. yüzyılın sonlarında bilim tarihçilerinin bahsettiği bir mektuplaşma vardır. Bu mektuplaşma Orta Çağ’daki İslam dünyasının bilimlerde geldiği seviye ve entelektüel hayatı gösterme açısından önemlidir. Evet, bütün Orta Çağ’ın iki dev isminin birbirlerine yazdıkları dörder mektup vardı. Bu mektuplar yaklaşık bin yıl sonra tekrar yayımlandı. Bunlardan birisi Buhara’daki Samani sarayında yetişmiş, o zaman on sekiz yaşında olan İbn Sina, diğeri ise Harizm’de yetişmiş olan yirmi sekiz yaşındaki el-Biruni idi. Tartıştıkları konulardan birisi, yıldızların arasında başka bir güneş sistemi var mı, yoksa kâinatta yalnız mıyız? Bu tartışmadan yaklaşık altı yüz yıl sonra Giordana Bruno (1548-1600), kâinatta başka gezegenlerin de bulunduğunu söylediği için diri diri yakılacaktır.
Orta Çağ’da dünya bilim tarihine yön veren bu bilim adamlarının yarısından fazlası İranlıydı veya İran’ın kültür havzasında yetişmişti. Yukarıda isimlerini verdiğimiz zirve şahsiyetler ayarında İslam öncesi 1200 yıllık İranlı imparatorluklar döneminde (m.ö. 6. yüzyıldan m.s. 7. yüzyıla kadar) acaba dünyayı etkilemiş kaç bilim insanı ve entelektüel vardı? Elbette büyük imparatorluklarda büyük devlet adamları ve komutanlar yetişmiştir. Ahamenişleri ve Sasanileri anlatırken onlardan bahsettik. Ama onların dışında, o döneme ait m.s. 6. yüzyılda Sasaniler döneminde yaşamış filozof, ahlakçı ve devlet adamı Bozorgmehr (531-578)’den başkasını bilmiyoruz.
Orta Çağ’da yaşayan İranlı alimleri ancak kendi dönemlerindeki diğer bölgelerde yaşayan Müslüman alimler, antik çağdaki Yunanlılar ve 15. yüzyıldan sonraki batılı bilim insanları ile mukayese edebiliriz.
10.03.2020 İstanbul
Nazmi Emin
–Yukarıda İsimleri verilen alimler, şairler, mutasavvıflar ve hadisçiler hakkındaki ana kaynağımız, DİA’da (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi) onlar hakkında yazılan maddelerdir.
Kaynakça:
-Prof. Dr. Y. Nuri Öztürk, Tasavvufun Ruhu ve Tarikatlar, Yeni Boyut, İstanbul 1997
-Tahsin Yazıcı-Mürsel Öztürk-A. Naci Tokmak, İran Maddesi, DİA, İstanbul 2000.
-Jean Paul Rou, Orta Asya, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2006.
-Salim T.S. Al- Hassan, 1001 İcat- Dünyamızda İslam Mirası, Foundation for Science, Türkiye 2010.
-Gene R. Garthwaite, İran Tarihi, İnkılap Kitapevi, İstanbul 2011.
-Reşat Öngören, Tasavvuf Maddesi, DİA, İstanbul 2011.
-Bernard Lewis, Haşşaşiler, Kapı yayınları, İstanbul 2014.
-Nazmi Emin, Orta Çağ Aydınlığı, Erem Pazarlama Kültür Yayınları, İstanbul 2015.
-Prof. Dr. Nimet Yıldırım, İran Kültürü, Pinhan Yayıncılık, İstanbul 2016.
– V.V. Barthold, Türkistan, Kronik Kitap, İstanbul 2017.
-S. Frederıck Starr, Kronik Kitap, İstanbul 2019.
–(https://www.nazmiemin.com/kadim-iranda-metafizik-yolculuk/).
EKLER
ZİRVE ŞAHSİYETLER
Bozorgmehr (531-578)
İslam öncesi dönemde İran’ın en çok tanınan düşünürü. Dualist bir Zerdüşt olan Bozorgmehr’in ahlak hususundaki düşünceleri İslamiyet sonrası filozofları etkilemiş. Sasani döneminde vezirlik de yapmıştır ve tavlanın mucidi olarak bilinir.
Abdullah ibn Mukaffa (720/24-759)
İran’a bağlı Firuzabad’da doğdu. Dinî, ilmî ve felsefi fikirlerin harmanlandığı zengin bir kültür merkezi olan Basra’da fasih Arapça ve Arap diline ait incelikleri öğrendi. Başta Arap dili ve edebiyatı olmak üzere Fars, Hint, Yunan kültürleri hakkında geniş bilgi sahibi oldu.
Babası gibi katiplikle memuriyete başladı. Hem Emevi hem de Abbasi döneminde bu vazifesini devam ettirdi. Abbasilerin ilk yıllarında İbn Mukaffa tercüme ve telif eserleriyle Arap, Fars, Hint ve Yunan kültürlerini kaynaştırmış, bu kültürlerden faydalanarak zamanın yönetimine çeşitli alanlarda önerilerde bulunmuştur. Nitekim Farsçadan Arapçaya çevirdiği eserlerin çoğu, Sasani saray adabına aittir. “Kelile ve Dimne, el-Müluk, Ayinname” gibi eski İran siyasi geleneğine ve efsanelerine dair kitaplar yanında, Aristo’nun mantık kitaplarını da tercüme ederek geride kalıcı eserlerini bırakmıştır.
Sibeveyn (752/7-796)
İran’ın Fars bölgesi şehirlerinden şairleriyle ünlü Şiraz civarında doğdu. Muhtemelen on dört yaşlarından sonra ailesiyle Basra’ya taşındı. Basra gramer okulunun en önemli temsilcisi ve Arap gramerine ait ilk büyük eserin sahibidir. Fuat Sezgin onun “el- kitap” isimli gramer kitabına çok önem atfederek gramerin adeta felsefesini yazmıştır der”.
Muhammed b. Musa el- Harezmi (780-850)
Aslen Harizmlidir. Me’mûn zamanında (813-833) dönemin en büyük akademisi olan Bağdat’taki Beytül-hikme’nin kütüphanesinde görev yapmıştır. Cebiri sistemli hâle getirmiş ve isimlendirmiştir. Latince kaynaklarda adı Alkarismi, Algoritmi, Algorismi veya Algorism şeklinde geçen “Algoritma”ya da ismini vermiştir.
Ahmed el- Fergani (ö.861)
Bugünkü Özbekistan topraklarında kalan mümbit Fergana vadisinde doğdu. Abbasiler hizmetinde bulunmuş olan Fergani dönemin önemli matematikçisi ve astronomudur. Dönemin Abbasi halifesinin emriyle Fustat’ta –eski Kahire– Nil’in su seviyesini tespit için inşa edilen “el-Mikyâsü’l-cedîd” onun sorumluluğunda yapılmıştır. Batı’da “Alfraganus” ismiyle tanınmış olup, “Cevamiʿu ʿilmi’n-nücum ve usulü’l-harekati’s-semaviyye” adlı eseri İslam dünyasından çok Batı’da tanınmıştır. Aynı zamanda da Arapça yazılan ilk gökbilim kitaplarındandır.
Buhari (810-870)
Abbasi halifesinin Horosan valiliğine bağlı Buhara’da doğdu. Dedesinin dedesi Mecusi idi. Sünni ilahiyatta Kur’an-ı Kerîm’den sonra en güvenilir kitap kabul edilen “el-Câmiʿus Sahih” adlı eseriyle tanınmış büyük hadisçi.
Müslim b. Haccac el Nişaburi (817-875)
İran’a bağlı Horasan bölgesinin önemli şehirlerinden Nişabur’da doğdu. Ailesi bir Arap kabilesinin mevalisiydi. En önemli Sünni hadis külliyatından olan Kütübi Sitte’den “sahih-i Müslim” adlı eseriyle tanınır.
İbn Mace el-Kazvini (824-887)
İran-Tahran yakınlarındaki Kazvin’de doğdu. İlk hadis eğitimini de kendi memleketinde aldıktan sonra diğer ilim beldelerini dolaştı. En önemli Sünni hadis külliyatından olan Kütübi Sitte’den biri ve altıncısı olarak kabul edilen “es Sünen-i ibn Mace” yi yazan meşhur muhaddis.
Ebu Davud es-Sicistani (818/9-889)
Bugünkü İran’ın Sicistan bölgesinde doğdu ve ilk hadis tahsilini orada yaptı. Aslen Yemenli bir aileden geliyor. En önemli Sünni hadis külliyatından Kütübi Sitte’den biri olan “es Sünen-i Ebu Davud”u yazan meşhur muhaddis.
Tirmizi (824-892)
Özbekistan’a bağlı Tirmiz bölgesinde doğmasına rağmen, kendi ifadesine göre Ailesi Merv’den gelip Tirmiz’e yerleşmiştir. En önemli Sünni hadis külliyatından olan Kütübi Sitte’den “Sahih-i Tirmizi”yi yazan meşhur muhaddis.
Ben-i Musa (9. yüzyıl)
Musa’nın oğulları veya Musa kardeşler – Cafer, Ahmet ve Hasan– olarak bilinirler. Horasan bölgesinde bugünkü Türkmenistan topraklarında kalan Merv’de doğdular. Halife Memun ve ondan sonra gelenlerin mahiyetinde Bağdat’ta çalışmalarını yaptılar. Geometri ve gökbilimi üzerine çalıştılar. Mekanik üzerine yazdıkları kitap bu ilme ait öncü mesabesindedir.
Ebu Abdurrahman en–Nesai (830-915)
Horasan bölgesinde, bugünkü Güney Türkmenistan sınırlarında kalan Nesa’da doğdu. İlk hadis eğitimini kendi bölgesinde ve Belh’de aldı. En önemli Sünni hadis külliyatından olan Kütübi Sitte’den biri “es Sünen-i Nesai”yi yazan meşhur muhaddis.
Taberi (839-923)
İran’ın Taberistan bölgesinde Amül’de doğdu. İlk tahsilini orada aldıktan sonra dolaşmaya başladı. Uzun süre Bağdat’ta kaldığı için Bağdadî nispetiyle de anılır. İslam dünyasının en sıra dışı zekalarından biri olan Taberi’nin hem tefsiri “Cami’ül Beyan” hem de tarih kitabı olan “Tarih-i Taberi” hâlâ kaynak eser hüviyetindedir. Tefsir ve tarihte üstatlığının yanında muhaddis ve fakih olarak da bilinir.
Ebubekir er-Razi (865-925)
İran başşehri Tahran yakınlarındaki tarihi Rey şehrinde doğdu. İslam tarihinde hekim-filozof tipinin en başarılı temsilcisi olup aynı zamanda da kimyagerdir. İlk önceleri kimya ile uğraşan Razi daha sonra tıbba yönelmiştir. İslam dünyasının altın çağında yaşayan bu müstesna zekâ, tıbba yaptığı hizmetlerden dolayı İslam dünyasının Galen’i olarak da anılır. İbni Sina gibi hekim-filozof tiplemesinin de öncüsüdür.
Rudeki (ö. 940)
Samaniler döneminde Semerkant civarında doğmuştur. Onun şiirleri Arap fetihlerinden sonra yeni Farsça ile yazılan ilk şiirlerdendir. Bundan dolayı yeni Farsça’nın ilk büyük dehası ve kurucusu kabul edilir. İran edebiyatının Mevlana da dâhil en çok taklit ve takip edilen şairidir.
Farabi et-Türki (ö. 950)
Samaniler Devleti’nin hâkimiyetinde önemli bir eğitim ve kültür merkezi konumunda bulunan Farab-Otrar (bugünkü Kazakistan sınırları içerisindeki bir şehir) yakınlarında doğdu ve eğitimini Farab’da aldı. Babası doğduğu bölgede Türk bir kale komutanı idi. İslam felsefesini temellendirmiş olup felsefe dünyasında “Muallim-i Sânî” lakabı ile tanınan Farabi, musiki alanında da birçok tarihçi ve musiki nazariyatçısı tarafından “Muallim-i Evvel” olarak kabul edilmiştir.
Ebu’l-Vefa Buzcani (940-998)
İran’ın Horasan bölgesinde Buzcan (bugünkü adıyla Türbe Cam) kasabasında doğdu. İslam dünyasının matematik ve astronomi sahasında önde gelenlerindendir. İlk matematik eğitimini amca ve dayısından aldı. Daha sonra Bağdat’a giderek orada meşhur alimlerden ders aldı. Biruni ile aynı devirde yaşadığından, Biruni onun bazı gözlemlerinden bahsetmiştir. Buzcani’nin en önemli hizmeti ise trigonometriyi sistematik bir ilim dalı haline getirmesidir.
Ebu Mahmud el-Hucendi (945-1000)
Tacikistan sınırlarında kalan Hucend’te doğdu. Tasarımını yaptığı gök bilimi aletleri sayesinde yeryüzünün eğimini kendinden öncekilerden daha isabetli hesaplamıştır. İran’da kurulan yerel Büveyhi Hanedanlığı döneminde İran’ın eski şehirlerinden Rey’de inşa edilmiş devrin en önemli ve büyük rasathanenin başına getirildi. Biruni onun bilimdeki dirayeti, matematik ve astronomiye katkılarda bulunması ve yeni rasat aletleri icat etmesi sebebiyle zamanının tek bilgini olduğunu söylemektedir.
Ebu Süleyman el- Sicistani (932? – 1001?)
İran’a bağlı Sicistan bölgesinde doğdu. İlam dünyasının özelliklede İslam felsefesinin altın çağı olan 10. Yüzyılın filozoflarından idi. Muhtemelen Farabi’ni talebesinden Bağdat’ta felsefe okudu. En önemli özelliği ise beşerî ilimler ile din arasına çizgi çekerek onları ayrı disiplinler olarak kabul etmiştir.
El Kereci (ö.1019 sonrası)
İran- Tahran yakınlarında Kerec’ de doğdu. Büveyhoğulları döneminde yaşadı. Harizmi’nin cebir alanındaki çalışmalarını geliştirip bu ilme yeni yöntem ve kavramlar kazandırdı. Buveyhi vezirine atfettiği “el- Fahri” isimli eseri, orta çağ da yazılan en önemli cebir kitaplarındandır. “Kitab-ü İnbâṭi’l-miyâhi’l-ḫafiyye” adlı eseri, yer altı sularının bulunduğu arazilerin fizikî durum ve bitki örtüsü açısından tasvirini, su kaynaklarının tanıtımını, ayrıca sulardaki sertlik derecesinin sebepleriyle yer altı sularının çıkarılma tekniklerini inceler. Muhtemelen Orta Çağ’ın bilinen ilk hidroloji mühendisidir.
Firdevsi (940-1020)
İran- Horasan’ının eski ilim merkezi olan Tus’da doğdu. Arap fetihlerinden 250-300 yıl sonra yerel İranlı hanedanlar dönemi özelliklede Samaniler zamanında Farsçaya çeviriler ve bu dilde şiirler yazılmaya başlandı. Firdevsi’de bu dönemde meşhur şehnamesini yazdı. İran’ın milli destanı ve Fars edebiyatının en büyük eserlerinden biri kabul edilen Şehname, dünya klasikleri arasında da önemli bir yere sahiptir. Tarihi gerçeklerle efsaneleri harmanlayarak anlatan destan, Arap fetihlerinden sonra İran-i değerleri ve Farsçayı ön plana çıkarmaktadır.
Bugün İranlılar onun yazdığı destanla tarihleri ile bağ kurarlar. Şehname, İran’da Hafız Şiraz-i’nin divanından sonra en çok okunan eserdir.
Ebu Nasr Mansur bin Irak-i (960-1036)
İran’ın Gilan bölgesinde doğdu. Kendisi dönemin Harizmşahlar’ın dan Afrioğulları’na mensuptur. En enömli özelliği de Biruni’nin hocası olması ve onunla beraber yaptığı ortak çalışmalardı. Gazneli Mahmut’un dönemin Harizmşahlar hanedanlığına son vermesinden sonra öğrencisi Biruni ile beraber Gazneliler’in davetine uyarak Gazne’ye gitti ve ölünceye kadar orada kaldı. Astronomi ve matematik alimi olan ibn- Irak, küresel geometride çığır açıcı çalışmalara imza atmış ve onu gökbiliminde kullanmıştır.
İbn Sina (ö. 1037)
Babası aslen Afganistan- Belhli olup Samaniler devrinde Buhara’ya yerleşti. Samani döneminde sarayda görev yaptı ve kütüphanesinden faydalandı. İslam Meşşai (Aristo doktrinini benimseyen) okulunun en büyük filozofu ve Orta çağ tıbbının önde gelen temsilcisi. “El Kanun fıt- Tıp” onun en önemli eseri olup batı dillerine “Avecenna” olarak tercüme edilmiştir.
Birunî (ö.1061)
Samanilere bağlı Harizmşahlar’ın hükmü altındaki Harizm’de doğdu. Astronomi, matematik, fizik, tıp, coğrafya, tarih ve dinler tarihi başta olmak üzere çeşitli alanlarda önemli eserler veren, Orta Çağ’ın en tanınmış ilim adamlarından biri. S. Frederick Starr’a göre (Kayıp Aydınlanma) Birunî, “antik çağ ile yeni çağ arasında yaşamış en büyük alim” idi. Çok sayıda eser vermiş olan Birunî’nin “Tahkik’u mal’il Hind” adlı eseri Hindoloji alanında dünyada yazılmış ilk ciddi eserdir. Fuat Sezgin bu eser için; “o çapta ve objektiflikte eser ancak 20. yüzyılda yazılabildi” der.
Nizamülmülk (1018-1092)
Dönemin İran- Horasanı’nın önemli şehirlerinden Tus’da doğdu. Selçuklunun en nüfuzlu veziri olan Nizamülmülk, kendi ismiyle de anılan o devrin meşhur “Nizamiye Medreselerini” kurdu. Bağdat’taki medresenin başına da Gazali’yi getirdi. Bu medreselerle dönemin etkin dini-fikri akımı olan Şii-İsmaillilerle hem fikri bazda uğraştı hem de devlet gücünü kullanarak onların peşine düştü. Hassan Sabbah’ın meşhur fedailerinden birisi tarafından hançerlenerek öldürüldü. Nizamülmülk, Sasani sistemi ile Türk-İslâm unsurlarını birleştirmek suretiyle “ikta” sistemini geliştirmiş ve daha düzenli bir yapıya kavuşturmuştu. Orta Çağ İslam dünyasının en başarılı devlet adamlarından kabul edilir. Ayrıca meşhur siyasetnamesi kendisinden sonrakilere de yol göstermiştir.
Nâsır-i Hüsrev (11.yüzyıl)
Tacikistan’ın Horasan bölgesinde Belh’e yakın bir kasabada doğdu. Nâsır-ı Hüsrev, Şiire felsefeyi; ahlakı ve dini kendine has işaretlerle sokarak yeni bir üslup ortaya koymuştur. Fars dilinin en yetenekli şair ve yazarlarından biri olarak kabul edilir. “Sefername” isimli eseri, Orta çağ seyahatname türünün en güzel örneklerinden biridir. Eser, 11. yüzyılda İslam toplumunun kültür ve medeniyeti hakkında bilgiler verir. Fatımiler döneminde Kahire’yi ziyaret etti. Muhtemelen yüksek mertebede İsmaili- dai oluşu bu dönemdedir. Sünni uleması tarafından mülhit diye suçlandı ve bundan dolayı Selçuklu yönetiminden kaçarak Afganistan- Bedhşan bölgesinde ömrünü tamamladı. Eserlerinin çoğunu da burada kaleme aldı.
İmam-ı Gazalî (1058-1111)
İran’ın Horasan bölgesinde yetiştirdiği devlet adamları ve alimleriyle meşhur Tus ’da doğdu. Sadece İslam ilahiyatına değil aynı zamanda Hıristiyan ve Yahudi ilahiyatına da tesiri olan çok yönlü bir din alimi; kelamcı, fıkıhçı; mutasavvıflığının yanında büyük bir mantıkçıdır ve filozoflara yönelttiği eleştirileri ile de bilinir. Sünni ilahiyatta “hüccet-ül İslam” olarak bilinir. “İhya-i ulum’üd –din” en önemli eseridir.
Ömer Hayyam (1039/1048-1131)
İran- Horasanı’nın önemli şehirlerinden Nişabur’da doğdu. Eğitiminin büyük kısmını bu şehirde ve Semerkant’ta tamamladı. Çök yönlü bir alim olan Hayyam, matematikçi, gökbilimci, filozof ve şair olmasına rağmen Türkiye’de ekseriya şiirleriyle tanınır. Cebir hakkındaki risalesi ile üçüncü derece denklemlerin sistematiğini ortaya koymuştur. Dönemin Büyük Selçuklu sultanı Melik Şah’a 1079’da onun ismiyle anılan meşhur güneş takvimini “Celaliye”yi sunmuştur. Bu takvim İran’da 20. yüzyılın başlarına kadar kullanıldı.
Sena-i Gaznevî (1071? – 1131?)
Bugünkü Afganistan’ın Gazne şehrinde doğdu. İran’ın ilk ünlü mutasavvıf şairi sayılan Sena-i, Farsça tasavvufi mesnevi tarzının kurucusu kabul edilir. Sena-i’den sonra gelen Feridüddin Attar, Mevlana Celalettin-i Rumî ve Sadi-i Şirazî gibi büyük şairler ondan etkilenmiştir. “Hadiḳatü-l hakika” Sena-i’nin tasavvufa dair eseri olup en önemli mesnevilerdendir.
Zamahşerî (1075-1141)
Harizm’in bugünkü Türkmenistan sınırları içinde kalan Zamahşer’de doğdu. Selçukluların en güçlü döneminde yaşadığı bölge Harizm, ilim ve kültür beldesiydi. Tefsir, Arap dili ve edebiyatı ile tanınmış bir Mutezile alimi idi. Özellikle tefsir sahasında yazdığı “el-keşşaf” isimli eseri, dirayet[8] tefsiri alanında günümüze kadar gelen otoritedir.
Maktül Şehabeddin Suhreverdî (1154-1191)
İran’ın Zencan şehri yakınlarında Sühreverdi’de doğdu. Onun hemşehrisi olan ve Suhreverdi tarikatının kurucusu olan diğer Şehabeddin Suhreverdî ile ismi karıştırılmasın diye “maktül” diye de bilinir. “İşraki”[9] diye bilinen felsefi akımın kurucusu. Halep uleması ile girdiği felsefi tartışmalar sonrasında ulemanın tepkisini çekmiş. Onun bazı görüşlerinde dolayı devrin uleması tarafından sorgulanmış ve küfrüne hükmedilerek öldürülmüştür.
Abdurrahman el-Hazinî (12. Yüzyıl)
Büyük Selçuklu devletinin son başkenti olan Merv’de yaşamıştır. Aslen Bizanslı bir köle olup Sencer döneminde sarayda vazife yapmıştır. Kendisine haklı şöhret kazandırmış olan “mizanü’l-hikme” adını verdiği bir hidrostatik terazi yaptı. Bu terazi sayesinde metallerin saflıkları ve karışımları ölçülebiliyordu.
Enverî (ö. 1189?)
Bugünkü İran Horasanına bağlı Ebiverde beldesinde doğdu. İran edebiyatında kaside türünün temellerini atmıştır. İran’ın en büyük kaside şairi olarak kabul edilir. Muhtemelen o dönem Horasan’ın en büyük ilim beldelerinden olan Tus’da eğitim aldı. Şiirlerinde işlediği temadan dolayı felsefe, mantık, kelam, edebiyat ve astronomi gibi sahalarda iyi eğitim almış olduğu anlaşılıyor. Yazdığı kasidesini Büyük Selçuklu sultanı Sencer’e sunmuştur. Sencer’in ölümüne kadar da yanında kalmıştır.
Nizami Gencevî (1141-1209/14?)
Muhtemelen Türk bir baba ile Kürt bir annenin çocuğu olup Azerbaycan- Gence ‘de doğmuştur. Onun yaşadığı dönemde, Türkler artık Maveraünnehir, Harizm, Azerbaycan, İran ve Anadolu’ya gelip yerleşti. Fars edebiyatında hamse[10] türünün kurucusu ve dahi şairi olarak kabul edilir. Hamsesi 35000 beyitten ibaret olup içindeki eserler; “1. Mahzen’ül esrar, 2. Hüsrev-ü Şirin, 3. Leyla ile Mecnun, 4. Heft Peyker (Behramname), 5. İskendername”. UNESCO, 1141 tarihini esas kabul ederek şairin doğumunun 850. Yılına rastlayan 1991 yılını Nizami yılı ilân etmiştir.
Fahreddin er- Razî (1149-1210)
Büyük Selçukluların başkentliğini yapmış antik tarihi Rey’de doğdu. 12. yüzyılın en büyük düşünürlerinden biri olarak kabul edilen Fahreddin er-Razî, kelam, fıkıh usulü, tefsir, Arap dili, felsefe, mantık, astronomi, tıp, matematik gibi çağının hemen bütün ilimlerini öğrenip bu alanlarda eserler vermiş çok yönlü bir âlimdir. Bununla beraber asıl dini ilimlerde özellikle de kelam ve tefsir ilimlerinde ön plana çıkmıştır.
Feridüddin Attar (ö.1221)
Büyük Selçukluların son dönemlerinde İran Horasan’ının en önemli şehri Nişabur’da doğdu. Burası, ilim beldesi olduğu gibi Horasan’ın en önemli sufi bölgesidir de. Attar, kendisinden sonra yaşayan pek çok İranlı mutasavvıf- şaire önderlik etmiştir. Bunlar arasında Mevlana, Mahmut Şebüsterî, Sadi Şirazî, Hafız Şirazî ve Molla Cami sayılabilir. Hallac-ı Mansur’daki dağınık vahdet-i vücut[11] anlayışı Attar’da daha sistemli devam etmiştir. En çok bilinen eserlerinden “mantık’ül- tayr” vahdet-i vücut’u anlatan mesnevisidir. S. Frederic Starr, mantık’ül- tayr için, “ruhun baş döndürücü keşfi” der.
Mevlâna Celalettin Rumî (1207-1273)
Horasan’ın bugünkü Afganistan sınırları içindeki Belh şehrinde doğdu. Belh İslam önceki dönemde ve İslam sonrası dönemde de mistik tecrübelerin yaşandığı önemli merkezdi. Yine bu bölgeler, mutasavvıflar ve sufi- şairler için çok münbit bir zemindi. Moğol işgallerinin Orta Asya’ya ulaştığı dönemlerde ailesiyle beraber yakın Asya’ya göçtü ve Anadolu Selçuklu başşehri Konya’ya yerleşti. Mevlana’da babası gibi sufi alim idi. Medresede ders verirdi. Mevlana’yı bugünkü hüviyetiyle tanımamıza vesilen olan İranlı bir başka sufi Şems-i Tebrizî idi. Yüksek seviyede Kalenderi dervişi olan Tebrizî, Mevlana’nın önündeki bendi yıkmasını sağlayarak günümüze ulaşan dünyaca meşhur eserlerini vermesine vesile oldu. Mevlana ile Şems arasındaki ilişkiyi Hz. Musa- Hızır ilişkisine benzeten Sultan Veled (Mevlana’nın oğlu), Hz. Musa’nın peygamber olmasına rağmen Hızır’ı araması gibi Mevlana’nın da zamanında ulaştığı makama ulaşmış hiçbir kimse bulunmadığı halde Şems’i aradığını söyler. Mevlana’nın bazı şiir ve mektupları Arapça olsa da eserleri Farsça’dır. En önemli eserleri; “1- Divan-ı Kebir (Divan-i Şems-i Tebriz-i) 2- Mesnevi. 3- Fihi- ma- fih”.
Nasuriddin el- Tusi (1271-1274)
İran’ın ünlü alimlerinin yetiştiği Tus’da doğdu. Bazı ilim adamları tarafından İslam dünyasının yetiştirdiği son büyük alimi olarak görülür. Moğolların Alamut ve diğer kaleleri ele geçirdikleri sırada kalelerin birisinde bulunuyordu. Bernard Lewis’e göre Alamut’un kütüphanesinden faydalanmıştır. Daha sonra da Hülagu’ya danışmanlık yaptı. İlhanlılar devrinde İran Azerbaycan bölgesindeki Merağa şehrinde kendi dönemine kadar İslâm coğrafyasında yapılan en büyük rasathaneyi kurdu. Felsefe, ilahiyat, matematik ve astronomi alanında eserler verdi.
Sadi Şirazî (ö. 1292)
İran edebiyatının en büyük şairlerinden biridir. Bugünkü İran’ın Fars bölgesinde Şiraz’da doğdu. Hafız Şirazî’nin aksine o çok dolaştı. Eğitiminin bir kısmını Bağdat’ta Nizamiye medresesinde aldı. Fars edebiyatının şaheserlerinden olan “Bostan (manzum eseri) ve Gülistan (mensur eseri)” onun en önemli eserlerindendir. Sadi, hikmet- bilgelik- düşüncesini şiirine ve hikâyelerine konu etmiştir.
Kudbeddin Şirazî (1236-13119)
İran- Şiraz’da tabipleriyle meşhur bir ailede doğdu. Dönemin önemli ilim merkezi olan Meraga’ya gitti. Burada Nasirüddin-i Tusi’nin ders halkasına katılıp ondan astronomi ve felsefe dersleri aldı. Yapımı süren Merağa rasathanesinin çalışmalarına katıldı ve zîc-i İlhânî’nin hazırlanmasına katkıda bulundu. Nasirüddin-i Tusi’den sonraki en önemli felsefî şahsiyetlerden biri sayılmaktadır. İslâm felsefe ve bilim tarihindeki şöhreti, esas itibariyle birçok disiplinde uzman olup her biri hakkında çok önemli eserler ortaya koymasından kaynaklanmaktadır. Şirazî Astronomi, matematik, felsefe, tıp ve dinî ilimler olmak üzere çok yönlü bir filozof olup İbn Sina, Sühreverdi ve İbnü’l-Arabi üçgenini kendi felsefi şahsiyetinde birleştirdiği söylenebilir.
Kemalettin Farisî (1260-1319)
İranlı fizik ve matematik bilgini. Eğitimini Bağdat ve Tebriz’de aldı. İbnü’l-Heysem’in optik ilmine dair Kitabü’l-Menaẓır’ını okuyup inceledi. Farisî gök kuşağı teorisini çağdaşı Freiburglu Theodoricus’tan daha iyi açıklamıştır. Her ikisi de teorilerini İslâm dünyasındaki optik çalışmalarından elde edilen sonuçlara, esas itibariyle de İbnü’l-Heysem’in çalışmaları üzerine kurmuştur.
Hafız Şirazî (ö. 1390)
İran edebiyatının en büyük şairlerinden biridir. Bugünkü İran’ın Fars bölgesinde Şiraz’da doğdu ve hayatını bu şehirde tamamladı. İran’da en çok onun şiirleri okunur ve hemen hemen her evde onun divanı vardır. Memleketimizde olduğu gibi dünyada da en çok tanınmış şairlerdendir. Almanların büyük şairi Goethe onun hayranlarındandır. Ona özenerek gazel türündeki şiirlerini “West-Östlicher Divan (Divanı Şarkî)” adı altında toplamıştır. Bugün İran’da hala Hafız’ın şiirleriyle fal bakılıyor.
Giyasettin Kaşi (1380-1429)
İran- Kaşan’da doğdu. Önceleri tıpla ilgilenmesine rağmen astronomi ve matematiğe duyduğu merak asıl mesleğini ikinci plana itmesine yol açtı. Uluğ Bey’in davetiyle Semerkant’a gitti ve onun ilmî çevresine mensup matematikçi ve astronom olarak çalıştı. Kaşi’nin matematik ve astronomi alanlarına olan katkıları çok önemlidir. Özellikle “Miftaḥu’l-ḥisab” adlı kitabı doğu matematikçilerinin yazdıkları eserlerin zirvesi sayılır. Öte yandan Miftaḥu’l-ḥisab’da dördüncü derece denklemleri keşfettiğini ve bu konuda müstakil bir eser kaleme alacağını söylemiş, fakat bu sözünü yerine getirmesine ömrü yetmemiştir. Kaşi, Osmanlı alimlerinden Kadızade-i Rumi ile Uluğ Bey’in ilmi heyeti içinde beraber de çalıştı.
[1] Ceyhun nehrinin Aral gölüne döküldüğü mıntıkadaki sağlı sollu bölgeleri.
[2] Ceyhun ve Seyhun nehirleri arasındaki kısım, bugünkü yaklaşık Semerkant ve Buhara’yı da içine alan coğrafi bölge.
[3]Hindikuş dağları ile Ceyhun nehri arasında kalan ve merkezinde Belh’in bulunduğu yer.
[4] Sasani Devletinin kurucusu Erdeşir-i Babekan (hük. 226-241) döneminde yaşadığı kabul edilen ve Mecusi- Zerdüşti geleneklerinin büyük “mobedi– azizi-evliyası Ardaviraf”ın metafizik âleme ruhen veya rüyada gerçekleştirdiği iddia edilen yolculuğu- miracı.
[5] Yarım silindir biçiminde tavan örtüsü.
[6] Sıcak bölgelerde suyun dağlardan şehirlere taşınması için yeraltından meyilli bir şekilde açılan su yolları.
[7] Devlete ait arazilerin gelirlerini, devlet görevlilerine hizmet karşılığı verilmesi.
[8] Kur’an’ın akla göre yapılan tefsiri.
[9] Akıl yürütmeye veya bir bilgi vasıtasına gerek kalmadan bilginin doğrudan içe doğması; iç aydınlanma, keşf ve zevke- manevî tecrübe- dayanan bilgi.
[10] Beş adet mesnevinin birleşiminden ortaya çıkan eser.