Makaleler

13. Yüzyıl Anadolu’sunda Sufilik ve Gezgin Dervişler-Kalenderiler

                

13. Yüzyıl Anadolu’sunda Sufilik

A. Y. Ocak’a göre, “Cumhuriyet yönetimi Anadolu’da Mevlâna, Hacı Bektaş ve Yunus Emre gibi sadece üç mühim simayı öne çıkararak 13. yüzyıl Anadolu’sunda gerçekte yaşanmış sosyal, kültürel ve entelektüel tarihi bakımından bu üç şahsın gölgesinde kalmış, dolayısıyla ciddi ve sistemli bir şekilde araştırılamamıştır. Bundan dolayıdır ki 13. yüzyıl Anadolu’sunun ve sonrası dönemlerinde toplumsal, kültürel ve dini dokusunun oluşmasında payı olan önemli başka simaların farkına varılmamasına yol açmıştır. Orta Çağ Anadolu’suna göçlerle gelen ve çoğunluğunu oluşturan Türkmen kitlelerin burada oynadığı etnik ve kültürel değişimdeki rolleri ihmal edile gelmiştir”. [1]

A. Karamustafa’ya göre, 13. yüzyıl Anadolu’sunda medrese ilimlerinde hatırı sayılır bir gelişme görülmeyen bir ortamda tasavvufta tersine adeta bir yıldızlar şöleninden söz edilebilir. Bütün zamanların en büyük şeyhi kabul edilen İbn Arabi (ö.1240) ve onun ilk takipçisi Sadreddin Konevi’den (ö. 1274) Mevlana’ya (ö. 1273), Necmeddin-i Razi’den (ö.12356) Fahreddin-i Irak-i’ye (ö. 1289) ve Evhadeddin Kirmani’ye (ö.1238) kadar tasavvuf tarihinin en önemli simalarını kendisine çekmiştir. Bu zatlar Arapça ve Farsça tasavvuf edebiyatının en seçkin eserlerini burada kaleme aldılar.[2] Buradaki seçkin sufiler arasına A. Y. Ocak’ın yüksek derece kalenderilerden saydığı, Mevlana’nın şeyhi Şems-i Tebriz-i ve Ebubekir Niksar-i’yi de ilave edebiliriz.[3] Ayrıca meşhur mutasavvıf ve Suhreverdi tarikatının kurucusu Şehâbeddin es-Sühreverdî de bu dönemde fütüvvet-ahi teşkilâtının kurulması için Anadolu’ya iki kez geldi.[4]

Bizim burada esas ilgilendiğimiz 13.yüzyılda Anadolu’ya göç eden veya orada doğan çoğunluğunu Türkmenlerin oluşturduğu gezgin dervişlerdir. Bu dönemde Anadolu’yu sufiler için cazibe haline getiren neydi ve özelliklede Horasan ve Orta Asya’dan gelen yoğun gezgin dervişlerin küçük Asya’yı seçme sebepleri nelerdi? Bunlardan birincisi hiç şüphesiz Moğol istilalarının yol açtığı göçler ile ilgilidir. Moğolların önlerinden kaçan dervişler kendilerine güvenli bir liman arıyorlardı.  Anadolu’yu 11. Yüzyıldan itibaren Türker’in yurt edinmeye başlamış olması burada önemli bir sebep olmalı. Bir başka sebep ise dönemin Anadolu Selçuklu devletinin gelen dervişlere hoşgörülü davranması. Özellikle 1. Alaeddin Keykubad’ın göçmen dervişlere gösterdiği yakınlık kayıtlarda olduğu gibi, derviş menkıbelerinde de anlatılır. Bu dervişlerin zaviyeleri, Anadolu Selçuklu yönetimi tarafından resmen tescil edilmiş vakıf arazileri üzerinde olup araziler onlar tarafından ekilip biçilebiliyordu.[5]

13. yüzyıl Anadolu’sunda tasavvuf, bu konar-göçer çevreler arasında kuvvetli temsilciler buldu. Bu temsilciler diyebileceğimiz babalar, dedeler, abdallar Anadolu’nun toplumsal şartlarına uygun bir tasavvufi yapı oluşturdular. Bu şeyhler bulundukları kabilelerin hem yöneticisi hem de dini lideri olan ve yerleştikleri yerlerdeki hayatlarını tanzim eden yerleşimci-kolonizatör dervişlerden idiler. Bu şeyhlerin açtıkları zaviyeler, çevrelerindeki hayatın bütün maddi ve manevi yönleriyle meşgul oluyorlardı.[6]

Yukarıda bahsedilen dervişlere Horasan Erenleri de denir. A. Y. Ocak’a göre, Horasan Erenleri; “Halk sufiliğinin geleneksel yazılı metinlerinde ve bugün dahi Anadolu’da bütün dervişlerin Horasan’dan göç ettiğini ima eder bir anlamda kullanılıyor. Çoğu evliya menakıpnamesinde Anadolu’ya göç ettiğinden söz edilen her derviş, hangi tarikata mensup olursa olsun Horasan Erenler ‘inden idi. Bundan dolayı bu ifade aslında coğrafi bir sınırlandırmaya tabi değil”.[7]

13.yüzyılda Anadolu’daki Türkmen dervişlerin bize göre en önemlileri, Dede Garkın, Emirci Sultan, Sarı Saltuk, Ahi Evran, Baba İlyas-ı Horasani, Şeyh Edebali, Hacı Bektaş-ı Veli ve Barak Baba’dır. Buraya ömrünün bir kısmı 13. bir kısmı da 14. Yüzyılda geçmiş Yunus Emre’yi (ö.1320) de ekleyebiliriz. Bu ismi geçen dervişlerden Hacı Bektaş-ı Veli ve Yunus Emre bir şekliyle bilindiğinden onların kısa tanıtımını vermeye gerek görmedik.

Dede Garkın (ö. 13. yüzyıl), Orta Asya veya Horasan’dan önce Irak coğrafyasına sonrada Anadolu’ya göçen Türkmen şeyhi, aynı zamanda da kendi aşiretinin reisiydi. Vefailiğin Anadolu’daki en önemli temsilcisi olup, bilhassa kırsal kesimlerinde yayılmasında büyük katkısı vardır. Dolayısıyla Anadolu’da Vefailiği, Dede Garkın ve halifelerinin faaliyetleriyle daha çok biliyoruz.[8] Dede Garkın, Baba İlyas’ın hem dedesi hem de şeyhidir. Aynı zamanda bugün en büyük Kızılbaş Alevi mürşit ocaklarından biri olan Dede Garkın ocağının da atasıdır.

Emirci Sultan (ö. 13. yüzyıl),13.yüzyıldaki diğer birçok dervişler gibi Orta Asya’dan Anadolu’ya gelmiş veAnadolu Selçuklu döneminde şimdiki adıyla Yozgat bölgesinde yaşamış Yesevî tarikatına mensup bir Türkmen şeyhidir. Hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur. Arşiv belgelerinde Emirci veya Emirce Sultan, hakkında yazılan meşhur menkıbesinde ise Emîr-i Çin Osman diye anılır. Anadolu’da Yesevîliğin tarihi bakımından büyük bir önem taşır. Hacı Bektâş-ı Velî ile aynı çevreye mensup olan Emirci Sultan’ın önemli bir şahsiyet olduğu Hacı Bektaş-ı Veli Velayetnamesi’nden zikredilmesinden anlaşılmaktadır.[9] Evliya Çelebi Seyahatnamesinde, onun türbe ve zaviyesini ziyaret etti ve Emirci Sultanı Ahmet Yesevi’ye bağlayan menkıbeyi o zaman dinleyip onun hakkında bilgi verdi.[10]

Sarı Saltuk (ö. 13.yüzyıl), Anadolu ve Balkanlar’ın Türkleşip müslümanlaşmasındaki tesiri sebebiyle adı etrafında efsaneler oluşmuş bir gazi-derviş, Alperen. Sarı Saltuk’tan bahseden en eski kaynak İbn Battuta’nın Seyahatnamesi olarak bilinmekte. İbn Battuta, 1331-32 yıllarında dolaştığı Balkanlar’da Sarı Saltuk hakkında dinlediği menkıbevi hikâyelerden bahseder. Hakkında kaleme alınmış müstakil eserlerin en önemlisi Cem Sultan’ın, onun türbesini ziyaret edip menakıbını dinledikten sonra Ebülhayr Rumi’ye yazdırdığı Saltuknâme’dir.[11] Yunus Emre’nin bir şiirinde bahsettiği gibi, Sarı Saltuk meşhur Barak Baba’nın şeyhi olduğu gibi, Yunus Emre’nin’de üçüncü dereceden şeyhidir. “Yunus’a Tabduk’tan oldi hem Barak’tan Saltuğa”.[12] Sarı Saltuk’un hem Balkanlar’da hem de Anadolu’da birçok yerde makamı vardır. Muhtemelen mezarı, bugünkü Romanya sınırlarındaki Babadağ’da olmalı. Ona Balkanlar’ın Hacı Bektaş-ı Velisi ’de denir.

Ahi Evran (ö. 13.yüzyıl), Ahilik, Ahi Evran ismiyle anılmış çünkü Ahi Evran, bu kurumun gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Kendisi ahilerin piri olduğu gibi aynı zamanda debbağ-dericilerinde piridir. 13. yüzyılda Anadolu’ya akın eden Türkmen dervişlerinden birisi olup, İran’ın Hoy şehrinden Anadolu’ya geldi. Bir müddet Denizli, Konya ve Kayseri’de ikamet ettikten sonra birçok şehir ve kasabayı gezerek ahilik teşkilâtının kuruluşunda ve yayılışında önemli bir rol oynadı. Sonradan Kırşehir’e yerleşti.[13] O dönemde Konya nasıl önemli mutasavvıfların merkeziyse, Kırşehir’de Türkmen dervişlerin merkezi gibiydi.

Baba İlyas-ı Horosani (ö. 1240), Vefa-i tarikatının Anadolu’daki en önemli temsilcisiDede Garkın’ın hem torunu hem de halifesidir. DolayısıylaDede Garkın tarafından Türkmenler arasında yayılan Vefa-i tarikatına mensuptur. Ama biz onu 13. Yüzyıldaki Anadolu coğrafyasındaki Babai isyanlarından dolayı tanıyoruz.Babailik, Anadolu Selçukluları devrinde, Orta ve Güneydoğu Anadolu’da Baba İlyas’a bağlı Türkmenlerin isyanı dolayısıyla ortaya çıkan dini-tasavvufi bir harekettir. İsyanı Baba İlyas-ı Horasani yönettiği için hareket onun adına izafeten Babailik adıyla anılmaktadır.[14] 14. yüzyıl kaynaklarında Hacı Bektaş-ı Veli ve Şeyh Edebali Baba İlyas’ın halifesi olarak geçer.[15]

Şeyh Edebaali, Cumhuriyet döneminde, Mevlâna, Yunus Emre ve Hacı Bektaş-ı Veli’den sonra herhalde en çok bilinen sufidir. Belki bunda onun Osmanlı’nın kuruluşunda ki rolü ve Osman Bey’in kayınpederi olma iddiası önem arz eder. Bugünün siyasi liderleri bile onun Osman Bey’e verdiği iddia edilen nasihatlerini sık sık paylaşırlar. O’da Ahi Evran ve Hacı Bektaş-ı Veli gibi önce Kırşehir civarından yerleşip daha sonra batıya doğru göç eden Türkmen dervişlerindendir. 14.yüzyılda yazılan kaynaklarda o da Hacı Bektaş-ı Veli gibi, Vefai tarikatından olup Baba İlyas’ın müridiydi. Babai hareketinin bastırılmasıyla, bazı dervişler gibi mevcut Selçuklu yönetiminin dışında kalan batıya doğru göç etti. TDVİA’nın Edebali maddesine göre, Şeyh Edebali mutasavvıf olması yanında ilk Osmanlı kadısı ve müftüsüdür. Döneminin birçok fakihi ile görüşmüş ve onlardan ders almış, çok sayıda talebe yetiştirmiştir. Devrinin önemli Ahi şeyhi olarak kabul edilir.[16] Şeyh Edebali ile ilgili bazı iddialar özellikle Osman Bey’in kayınpederi oluşu ihtilaflıdır. Konu ile ilgili Hakan Erdem’in Karara gazetesinde değişik tarihlerde yazıları vardır.

Barak Baba (ö.1307)Tokat yakınlarındaki bir köyde doğduğu ve babasının zengin bir aileye mensup olduğu rivayet edilmektedir. Genç yaşlarda meşhur Türkmen babası Sarı Saltuk’a mürit oldu. Arapça Kaynaklar Barak Baba’nın Şam’a gelişini anlatırken gerek kendisinin gerekse dervişlerinin kıyafetlerine, hal ve tavırlarına geniş yer ayırmışlardır. Bu kaynaklarda onunla beraber dolaşan dervişlerin aynı biçimde giyindikleri belirtilir. Başlarında, iki yanında boynuzlar olan keçe külâhlar bulunuyordu. Saç ve sakalları kazınmıştı, ancak gür bıyıkları vardı. Boyunlarında küçük çanlardan ve boyalı aşık kemiklerinden yapılmış kolyeler taşıyorlardı. Barak Baba zaman zaman dervişlerinin çaldığı davulların temposuna uyarak raks ediyordu. Dönemin İlhanlı hükümdarları zamanında saygı gördü ve mezarı da eski İlhanlı başkenti Sultaniye-İran’dadır.[17] Barak Baba, Yunus Emre’nin şiirlerinde, kendi şeyhi Tabduk’un şeyhi olarak geçer. Kalenderiler olarak bilinen gezgin dervişlerin tipik bir örneğidir. Hamdi Algar’a göre, onun tek farzı Ali sevgisidir.[18]

Gezgin Dervişler-Kalenderiler

Dünyayı ve dünyevî değerleri umursamayan, içinde yaşadıkları toplumun, toplumsal düzenin inanç ve geleneklerine karşı çıkan, bunu kılık kıyafet, tutum ve davranışlarıyla gündelik hayatlarına da yansıtan sufilere kalender, bunların temsil ettiği tasavvufî zümrelere de genel olarak kalenderilik adı verilmiştir. Kalender, Farsça tarihi metinlerde genellikle “rind, derviş” manasına gelir. Bu kelime Sanskritçe “töreyi bozan” anlamına geldiği gibi, kendi kabilesinin dışında bir kızla evlenenlere de kalender denilirdi.[19]

Bağdat ekolü diye bilinen ve Züht ve takvayı esas alan tasavvuf anlayışına karşı 9. yüzyıl Horasan’ında (Nişabur, Merv, Belh ve Herat’ı içine alan bölge) ortaya çıkan ve sonraki yüzyıllar boyunca etkisini sürdüren tasavvufi bir akım ortaya çıktı.  Bu akımın en marjinal gurubunu Kalenderiler oluşturuyor diyebiliriz. Onlar ihtiyaçlarını giderecek para, yiyecek içecek gibi şeyleri biriktirmeyi, bunları toplama ve çoğaltmayı terk eder; dindar, abid ve zahitlerin kıyafet ve davranışlarını örnek almaz, Allah ile beraber olduğuna inandıkları kalplerinin temizliğiyle yetinirler. Kalp temizliği dışında Kalenderiler ’in erişecekleri bir hedefleri kalmamıştır.[20] Dolayısıyla onlar, İslami emir ve yasakları bu açıdan değerlendirirler.

Kalenderilik, tasavvuf zihniyetinden, yaşayış tarzına; kılık kıyafetinden, İslami inanç ve kaidelerine bakış açısına kadar her şeyi; içinde yaşadığı siyasi nizamı da dahil dışlayan bu zümreler içinde doğdu ve gelişip yayıldı.[21]

A. Y. Ocak’a göre Kalenderiler bilinmeden Anadolu’daki sufi hareketler anlaşılamaz. Başta Kızılbaş Aleviliği ve Bektaşilik olmak üzere hiçbir popüler dini ve tasavvufi teşekkülü anlamak mümkün değil. Kalenderilerin Anadolu sahasına gelişleri 13. yüzyıl ilk yarısı itibari ile başlar. Bu da Moğol istilalarının yol açtığı göçler ile ilgilidir. Bu dönemde hem Sünni hem de gayrı Sünni yapılar olarak yerleştikleri bölgelerin dini yapısını etkilediler. Mevlana’da, Baba İlyas’da, Hacı Bektaş Veli’de bu dönemde Anadolu’ya Horasan havzasından göç ettiler. Haydariyye, Vefaiyye ve belki de çok azda olsa Yeseviyye gibi gayri Sünni-batıni tarikatlar bu dönemde Anadolu’ya yerleştiler. Dolayısıyla Anadolu’da kalenderilik dendiğinde en belirgin olarak Vefailik ve Haydariliği düşünmek gerekir.[22]

Kalenderiler daha çok çardarb uygulaması ve kılık kıyafetleriyle dikkat çekerler. Çardarb, saç, sakal, bıyık ve kaşları tamamen kesme geleneğidir (burada Haydariler farklı olarak sadece bıyıklarını kesmezler).[23] Kalenderiler genellikle yarı çıplak dolaşırlar. Arapça Kaynaklar tipik bir Kalenderi şeyhi olan Barak Baba’nın Şam’a gelişini anlatırken gerek kendisinin gerekse dervişlerinin kıyafetlerine, hal ve tavırlarına geniş yer ayırmışlardır. Bu kaynaklarda onunla beraber dolaşan dervişlerin aynı biçimde giyindikleri belirtilir. Başlarında, iki yanında boynuzlar olan keçe külâhlar bulunuyordu. Saç ve sakalları kazınmıştı, ancak gür bıyıkları vardı. Boyunlarında küçük çanlardan ve boyalı aşık kemiklerinden yapılmış kolyeler taşıyorlardı. Barak Baba zaman zaman dervişlerinin çaldığı davulların temposuna uyarak raks ediyordu ve korkunç sesler çıkarıyordu.[24]

Kalenderiler, bilhassa ibadetlere karşı kayıtsızlık suçlamasıyla karşı karşıya kalırlar. Ancak bunun her zaman geçerli olmadığını gösteren örneklerde vardır. Meselâ Barak Baba’dan bahseden Arapça kaynaklarda onun namaz konusunda çok titiz olduğu, namaz kılmayan müritlerini sopa ile cezalandırdığı kaydedilmektedir. Bununla birlikte Kalenderilere yöneltilen bu eleştirinin genelde haklı olduğu da bir gerçek.[25]

Özetle, Gezgin dervişler-Kalenderiler bir tarikat olmayıp başka isimler adı altında görülen büyük bir tasavvufi mekteptir. Marjinal sufi olarak tarif edebileceğimiz bu taifenin en önemli özelliklerinden biriside yaşadığı toplumu protesto etmeleri; bu tavırlarını inzivaya çekilerek değil de aleni yapmaları. Gezgin olan bu dervişler, havalar ısınınca şehirlerden uzak kırlarda dolaşır, dilencilik yapar ve başka bölgelerdeki kalenderi dergahları ziyaret ederler. Başkalarının onlar hakkındaki ne düşündüğüne de itibar etmezler.

13. yüzyılda Anadolu’daki Kalenderi zümreler, 14. yüzyıl itibariyle artık Rum Abdalları olarak anılmaya başlar. Fuat Köprülü bazı yazılarında Abdal terimini kalenderi ile eş anlamlı kullanmıştır.

Haydariler

Haydariler Anadolu’daki kalenderi ekolünün en önemli temsilcilerinden birisidir. Dolayısıyla kalenderilerin alt başlığında kısa bir tanıtımı bize daha uygun geldi. Kalenderliğin Anadolu’daki diğer önemli temsilcisi Vefailik ve az da olsa Yesevilik daha önce müstakil bir yazı olarak ele alınmıştı.

Haydarilik, Türk şeyhi Kutbettin Haydar’ın (ö. 1221?) Horasan’da kurduğu bu tarikat, kısa zamanda İran’ın diğer bölgeleriyle Türkistan, Hindistan ve Anadolu’ya kadar çok geniş bir alana yayılmıştır. Bunların hem Anadolu’daki hem de Hindistan’daki faaliyetleri hakkında İbni Batuta’nın Seyahatnamesinde bilgiler çoktur. Bizi burada ilgilendiren sadece Anadolu’daki kısmı.

Haydariyye tarikatının kurucusu olarak kabul edilen Kutbüddin Haydar’ın müritleri genellikle rint ve kalender meşrep (buradaki manasıyla dünyaya ve genel toplum kurallarına itibar etmeyen) kişilerdi. O ve dervişleri hakkında bilgi veren kaynaklar Haydar’ın sakallarını kesip bıyıklarını bıraktığını, Haydarî dervişlerin ise kulaklarına, bileklerine, boyunlarına, ayaklarına, hatta cinsiyet organlarına demir halkalar taktıklarını, bunların yersiz yurtsuz gezginci dervişler olduklarını, yalınayak dolaştıklarını, sırtlarına keçeden yapılmış bir aba, başlarına keçe külah giydiklerini bildirir. Bu dervişlerden bazıları daha sonraki dönemlerde esrar gibi uyuşturucu maddeler de kullanmışlardır.[26]

Haydari Tarikatının Sünni-ortadoks veya gayri Sünni-batını yönüne gelince, ilk dönemleri hariç tutulursa, Anadolu’ya geldikten sonraki durumu, gayri Sünni-batıni bir yapıda olduğudur. 2. kuşak Haydari dervişlerinden 13-14. Yüzyılda yaşamış “Barak Baba” kılık ve kıyafetiyle tam bir Haydari dervişiydi. Barak Baba’nın saç, sakal ve kaşlarını kazıttıkları halde aşağı sarkan gür bıyıkları vardı.[27]

Hacı Bektaşi Veli Horasan’dan Anadolu’ya geldiği zaman muhtemelen bir Haydari dervişiydi. Velayetnamedeki bazı anlatılarda onun kılık ve kıyafeti Haydari dervişleri gibiydi. Hacı Bektaş’ın Bir Vefa-i dervişi olma meselesine gelince, onun Horasan’dan Anadolu’ya geldikten sonraki intisabı olmalı.[28]

Haydarilik, Anadolu’da 15. yüzyıldan sonra Rum abdalları gibi kendilerine benzeyen diğer tasavvufî zümrelerle birlikte sosyal hayattan silinmiş, bazı gelenekleri Alevilik ve Bektaşiliğin içinde devam etmiştir.[29]

30.08.2021. İstanbul

Nazmi Emin

Kaynakça:

-Abdülbaki Gölpınarlı, Yunus Emre ve Tasavvuf.

-Ahmet T. Karamustafa, Çeviri: Ruşen Sezer, Tanrının Kural Tanımaz Kulları, YKY Yayınları, 2006 İstanbul.

-Ahmet T. Karamustafa, Derleyen: Yalçın Çakmak-İmran Gürtaş, Kızılbaşlık-Alevilik-Bektaşilik, İletişim yayınları 3. Baskı, 2020 İstanbul.

-A. Yaşar Ocak, TDVİA Babailik Maddesi, TDV 4. Cilt, 1991 İstanbul.

-A. Yaşar Ocak, TDVİA Barak Baba Maddesi, TDV 5. Cilt, 1992 İstanbul.

-A. Yaşar. Ocak, Dede Garkın ve Emirce Sultan, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi Yayınları, 2011 Ankara.

-A. Yaşar Ocak, TDVİA Emirci Sultan Maddesi, TDV 11. Cilt, 1995 İstanbul.

-A. Yaşar. Ocak, Kalenderiler, TTK Yayınları 2. Baskı, 1999 Ankara.

-Haşim Şahin, TDVİA Vefaiyye Maddesi, TDV 42. Cilt, 2012 İstanbul.

-Kâmil Şahin, TDVİA Edebali Maddesi, TDV 10. Cilt, 1994 İstanbul.

-İlhan Şahin, Ahi Evran, TDVİA, TDV 1. Cilt, 1988 İstanbul.

İrene Melikoff, Hacı Bektaş Efsaneden Gerçeğe, Cumhuriyet Kitapları 3. Baskı, 2004 İstanbul.

-Machiel Kiel, TDVİA Sarı Saltuk Maddesi, TDV 36. Cilt, 2009 İstanbul.

-Nihat Azamat, TDVİA Kalenderiyye Maddesi, TDV 24. Cilt, 2001 İstanbul.

-Tahsin Yazıcı, TDVİA Çardarb maddesi, TDV 24. Cilt, 2001 İstanbul. 

-Tahsin Yazıcı- TDVİA Haydariyye Maddesi, TDV 17. Cilt, 1998 İstanbul.

-Ziya Kazancı, TDVİA Ahilik Maddesi, TDV 1. Cilt, İstanbul 1988.


[1] A. Yaşar. Ocak Dede Garkın ve Emirce Sultan.

[2] Ahmet T. Karamustafa, Derleyen: Yalçın Çakmak-İmran Gürtaş, Kızılbaşlık-Alevilik-Bektaşilik.

[3] A. Yaşar. Ocak, Kalenderiler.

[4] Ziya Kazancı, TDVİA Ahilik Maddesi.

[5] A. Yaşar. Ocak Dede Garkın ve Emirce Sultan.

[6] A. Yaşar. Ocak Dede Garkın ve Emirce Sultan.

[7] A. Yaşar. Ocak Dede Garkın ve Emirce Sultan.

[8] H. Şahin, TDVİA Vefaiyye Maddesi.

[9] A. Yaşar Ocak, TDVİA Emirci Sultan Maddesi.

[10] A. Yaşar. Ocak Dede Garkın ve Emirce Sultan.

[11] Machiel Kiel, TDVİA Sarı Saltuk Maddesi.

[12] A. Baki Gölpınarlı-Yunus Emre ve Tasavvuf.

[13] İlhan Şahin, Ahi Evran, TDVİA, 1988 İstanbul.

[14] A. Yaşar Ocak, Babailik Maddesi, DİA.

[15] İ. Melikoff, Hacı Bektaş Efsaneden Gerçeğe.

[16] Kâmil Şahin, TDVİA Edebali Maddesi.

[17] A.Yaşar Ocak, TDVİA Barak Baba Maddesi.

[18] Ahmet T. Karamustafa- Tanrının Kural Tanımaz Kulları.

[19] Nihat Azamat, DİA Kalenderiyye Maddesi.

[20] Nihat Azamat, DİA Kalenderiyye Maddesi.

[21] Ahmet T. Karamustafa- Tanrının Kural Tanımaz Kulları.

[22] A. Yaşar Ocak, Kalenderiler.

[23] Tahsin Yazıcı, TDVİA Çardarb maddesi.  

[24] A.Yaşar Ocak, TDVİA Barak Baba Maddesi.

[25] Nihat Azamat, TDVİA Kalenderiyye Maddesi.

[26] Tahsin Yazıcı, TDVİA Haydariyye Maddesi.

[27] Ahmet T. Karamustafa, Tanrının Kural Tanımaz Kulları.

[28] A. Yaşar. Ocak, Kalenderiler.

[29] Tahsin Yazıcı, TDVİA Haydariyye Maddesi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu