Seyahatlerimi hep yalnız yaparken yılda birde aile ile seyahat yaparak değişik coğrafyalara onları da götürme fikri epeyi zamandır vardı. Bu sefer aileyle kendimize ait özel programlar yaparak bu işi devam ettirme kararı aldık. Bu karar her yıl devam edecek. İlk yeri biz seçtik aileye sormadan. Herkesin kabul edebileceği İtalya uygun düştü.
İtalya da birden fazla meşhur şehir var ki ilk planlama kuzey ve güney olmak üzere iki ayrı programdı. Milano’ya daha önce gitmiştim. Pek önemli bir şey yoktu. Dolayısıyla onu çıkararak tek programa indirdik. Sekiz gün yedi gece. Venedik’ten başlayıp sırası ile Verona, Sirmione (Garda gölü kenarı ), Floransa, Pisa, San Gimignano, Siena, Roma, Napoli ve Pompei. 9 ayrı yer gerçi bazıları aynı günde iki şehir olarak gerçekleşti. Kuzeyde Milano, güneyde ise Sicilya’yı saymazsak boydan boya İtalya’yı dolaştık. Kendime ait program olsaydı Sicilya’yı pas geçmezdim. Amatörce çalıştığım saha ile ilgili yerlerden birisi, hatta eylül – 2015 de çıkan Orta çağ Aydınlığı adlı kitabımızın ön kapak resmi Sicilya’dan. Resimde, İdrisi’nin 12 yüzyılda Norman kral 2. Roger’a takdim ettiği Coğrafya kitabı ve haritası var.
İtalya köklü parlak geçmişe sahip ve İtalyanlar bununla gurur duyarlar. Ülkede 100.000’in üzerinde eser var. İtalya denince aklımıza Antik Roma, papalık ve Rönesans gelir. Esasen İtalya Akdeniz havzası ülkelerindendir. Dolayısı ile diğer Avrupa ülkelerinden ayrı ele almak icap eder. Antik Roma ile ilgili kısmı burada yazmayacağım o ayrı bir yazı da ele alınacağı için onun günümüze kadar gelen uzantılarıyla ilgileneceğiz.
İtalya, Batı Roma imparatorluğu MS 476 da çöktükten MS 1876 yılına kadar siyasi birlikteliği olmayan bir coğrafya parçasıydı. Sayıları yüzyıllara göre değişen irili ufaklı devletler birbirlerine üstünlük kurmaya çalışıyordu. Ancak bu parçalanmışlığa rağmen orta ve yeniçağ İtalya’sının dikkate değer özellikleri; Küçük İtalyan şehir devletlerinin denizciliğe verdikleri önemden dolayı dönemin en zengin siyasi güçleri durumuna gelmiş olmalarıydı. Doğu Akdeniz bölgesine yayılan bu devletler Haçlı seferlerinden de faydalanarak bu bölgelerde yüzlerce yıl mevcudiyetlerini devam ettirerek koloniler kurdular, Asya – Avrupa ticaretinde ön plana çıktılar. Bu işin en önemli aktörleri bizimde tarihten tanıdığımız Venedik, Ceneviz, Pisa ve Amalfi idi. Bugün İstanbul da ki Galata kulesi Cenevizlilerden kalma. Hatta Karadeniz, Ege ve Akdeniz de limanlar ve Mısır, Suriye, Filistin de ticari kolonileri vardı. İlk Haçlı seferleri sırasında da Kudüs çevresinde küçük prenslikler kurdular. İtalya da Papalığın yasaklamasına bakmayarak Eyyubiler ve Memluklular ile ticari ilişkide bulundular. Bu İtalyan koloniler, bir ticari imparatorluk niteliğini almış ve Roma döneminden ayırmak için 2. Kolonizasyon diye adlandırılmış.
Hümanizm ve Rönesans Roma kalıntılarıyla dolu İtalya da doğdu. Orta çağda kilise din anlayışına karşı insanı konu alan bilimleri canlandırma amacı güden hümanizm de insana saygı temeli yatar. Aydınlar bu temayı iki kaynaktan çıkararak keşfettiler. Kilise babalarının yaptıklarını titizlikle incelediler. Öte yandan pagan filozoflar, Platon ve Aristotoles’de Hıristiyan öğretisine ters gelmeyen fikirler buldular. Hümanistler tüm bu bilgilerin toplanmasından yana idiler. Teknik ve sanat konuları da dahil. O dönem ortaya çıkan dahiler hem sanatçı hem de mühendis ( Da Vinci ve Michelangelo gibi) idiler.
21-28 Eylül 2015 de öğlen sularında ilk durağımız olan Venedik’e geldik. İki aileye has bir tur olduğundan kendimize göre programda değişiklik yapabiliriz sanıyorduk. Bizi burada yaşayan Türk rehberimiz Serap Hanım karşıladı. Sağ olsun seyahat boyunca herkesle çok iyi anlaştı. Baştan şoför ile problem çıkmaya başladı. Şoförümüz öyle beklediğimiz gibi bizim dediklerimizi yapacak cinsten değil. Biz pek muhatap olmadık Serap Hanım huylarını biliyor. Şoförler ekseriyete Napolili. Napoli bizim güney doğu gibi pek kurallar işlemiyor orada. Şoförlere biraz jest yapılınca fazlasıyla geri dönüyor. Eh! tecrübe zaman alıyor. Serap hanımın ufak tefek jestleri hafifçe yumuşattı onu.
Venedik
Venedik, Adriyatik kıyılarında bir lagün’un (denizkulağı; denizden kanalla ayrılan göl ) içindeki çok sayıda adalar üzerinde kurulmuştur. Adalar arası ulaşım kanallarla sağlanır. Sayıları 160’ı bulan kanallar şehrin genel yapısını oluşturur. Bunların içindeki büyük kanal şehri “S” biçiminde ortadan böler. Şehrin merkezi bölgesine arabayla girilmiyor. Feribot’la San Markoya gittik. Bana göre çok keyifli bir yer ama 2 gün için, tekrarına ihtiyaç yok. Evlerin arasında kanallar sokak statüsünde ve kanallara bakan kapıları da var. Eni 30 ve 70 metre artasında değişen 3,8 km uzunluğundaki büyük kanalın iki kıyısı da, ticaretin canlı olduğu günlerden kalma Pazar ve ambarlara ev sahipliği yapar. Yerel olarak Casa veya Palazzo denilen mermer, tuğla ve beyaz kireçtaşından yapılma binalar 600 yılı aşkın bir süredir kanalla hayatiyetini devam ettiriyorlar. Suya dayanıklı kireçtaşından yapılan temellerin altında büyük çam kazıklar, lagün yatağının 8 m altına kadar uzanır. 100 yıl öncesi 10.000 gondol’luk filosu bugün birkaç yüze düşmüştür. Gondollar pahalı ama dolaşmaya değer. Unutulmayacak bir haz tarihi binaların arasında küçük kanallarda dolaşmak. Gondolcular da ehli muhabbet, taksicileri pek aratmıyor.
Venedik 9. Yüzyıldan itibaren bağımsızlığını kazandı. İncil’in yorumcularından Aziz Markos’un mezarının Venedik’e getirilmesi ile burası onun adına atfen “San Marko” diye anılmaya başladı. Normanlara karşı Bizans’ı destekleyerek 11. Yüzyılda Doğu Roma da çok büyük ayrıcalıklar elde ettiler. Donanmasının ilk haçlı seferlerine katılmasından dolayı Suriye ve Filistin’in bazı bölgelerinde koloniler kurdular. En parlak dönemleri 1204 – 1453 arasıdır. Venedik donanmasının 4. Haçlı seferine katılması ve İstanbul’u işgal etmeleri (1204 ), bu seferdeki durumundan dolayı Yunan adaları ve Trakya’nın bir kısmı Venedik’e bağlandı. Meşhur seyyah Marko Polo Venediklidir ve Çin ve Doğu seyahatine bu dönemlerde buradan başladı.
Portekizli denizci Vasco Da Gama’nın Hindistan deniz yolunu bulması, Venedik’in doğu ürünlerinin ithal tekelini kaybetmesine sebep oldu. Buna rağmen batı pazarında 1580’e kadar üstünlüklerini sürdürmeyi devam ettirdiler. Daha sonra kentin ticaretini desteklemek için tekstil ve cam sanayine ağırlık verildi.
Bizim tarihimizde en çok ismini duyduğumuz İtalyan şehir devletidir Venedik. İlk zamanlar Venedik’in kurduğu matbaa’lar ile doğu alem’i ile ilgili kitaplar ve Arap harfleriyle ilk Kur’an 1537 -1538 de burada basıldı. Engizisyon mahkemelerinin amansız takibine rağmen bu eserler burada korundu.
Osmanlının bazı taleplerini de karşılamaya çalışmışlar. Fatih Sultan Mehmet’in ressam talebine onlarda Gentile Benliyi göndermişler. Benli, bir madalyon, hamam için freskler ( ıslak sıvaya yapılan boyama resim ) ve Sultanın bir portresini yapmıştır. Venedik Osmanlı için önemli bir haber merkeziydi. Venedikli sefir ve diplomatların İstanbul da yazdıkları raporlar Avrupa da okunurdu. Ottaviano Bon İmparatorluk sarayı ve harem hakkında önemli bir yazı yazmıştır. Josef F. Von Hammer Osmanlı tarihini yazarken ilk defa geniş biçimde Venedik kaynaklarını kullanmıştır. Sazların telleri de sanırım Venedik’ten geliyordu ki onunla ilgili 18. yüzyıl şairlerimizde Dertli’nin bir taşlaması var; Venedik’ten gelir teli / Ardıç ağacından kolu / be Allah’ın sersem kulu / Şeytan bunun neresinde.
Verona ve Sirmione
Bir gece Venedik’te kaldıktan sonra Verona’ya revan olduk. Burası Veneto bölgesinin 2. Büyük şehri. Tipik bir ortaçağdan kalma şehrin tarihi Keltlere kadar dayanıyor. MÖ. 2. asır da Romanın kolonisi oldu. MÖ. 1. asırda 22.000 kişilik bugünde kullanılan arenası var. Yaz boyunca festival ve konserler burada yapılıyor. Roma forumu boyunca uzanan Pizza Erbe, dünyanın en güzel Pazar yerlerinden birisi kabul edilir. Meydanın ortasında bulunan ve genellikle Pazar tezgahlarının arasında gözden kaçan çeşme, Roma döneminden kalmadır ve piazza’nın iki bin yıldan buyana Pazar yeri olarak kullanıldığını hatırlatır.
Sheakspeare’nin eseri olan Romeo ve Juliet’in geçtiği Verona da, 13. Yüzyıldan kalma restore edilmiş bir evde var ki, Juliet’in evi olarak kabul ediliyor. Eserde ki balkon sahnesine uysun diye sonradan belediye tarafından buraya birde balkon ilave edildi. Ev’in iç avlusunda Juliet’in heykeli var insanlara ona dokunup resim çektiriyor. Avluya girerken ki sağlı sollu siyaha boyanmış duvara da dilek yazılıyor.
Çocukların en çok beğendiği şehirlerden birisi Verona. Burada ufak bir alışveriş yapıldı hatta tarihi Antico Caffe Dante’de de kahve içtik. İtalya’nın en büyük yazarlarından Dante’nin hatırası çok bu şehirde, 19. Yüzyıldan kalma bir heykeli de var. Burada çok keyifli zaman geçirdik. Meşhur Adige nehrinin üzerinden yürüyerek geçerken 7 yaşındaki oğlum İbrahim de nehirden etkilendi ki bana teklif etti, baba nehre atlarsam beni nehirden alırmısın diye, bende kendine güveniyorsan atla dedim kıyıdan alırım seni. Gerçi bu teklifleri daha sonra diğer şehirlerde de yaptı. İstanbul da bazı yaz günleri elbiseli havuza atlama adeti vardı.
13’üncü yüzyılda şehri yöneten Scaligeri ailesi burayı 124 yıl yönetti, en çok o dönem ait izler var burada. 1301 yılında Dante saraya kabul edildiğinde epik şiiri “ilahi komedyasının” son bölümünü iktidardaki Scaligeri ailesinden 1. Cangrande’ye adamıştı.
Verona da öğlen yemeğini yedikten sonra Garda gölü kenarında yarımada şeklinde olan Sirmione’ye geçtik. Buranın dondurmacıları meşhur, adım başı dondurmacıları vardı sokaklarda ki her birisinde bugüne kadar gördüğüm den fazla çeşit vardı. Orta çağdan kalma kasabanın 13 yüzyıldan kalma büyüleyici bir hendekli kalesi de var. Etrafına geniş hendek açılmış ve hendek su ile dolu. Kale kuzey Afrika da ki şehirleri korumak için yapılmış ribatları andırıyor. Burasına gelmemiz isabetli oldu çünkü hep soruyorlardı Milano yakınlarındaki Komo gölüne gidilecek mi diye. Bu göl İtalya’nın en büyük gölü, Komo gölüne gitmedim onun yerini tutar mı da bilmem ama bizim için pratik çözüm oldu. Aynı günün akşamı Floransa’ya geçtik.
Floransa
Toskana, İtalya’nın en güzel bölgesi; yeşillik ve munis bir iklim, sanatçı ruhunu tetikleyen bir atmosfer. Bölgenin başkenti Floransa, diğer bizim gezdiğimiz şehirler ise; Siena, Pisa ve San Gimiano
Rönesans yeniden doğuş anlamında 15. Asır da Floransa da doğup 16. asır da tüm Avrupa’ya yayılan kültür ve sanatta yenilenme hareketidir. Bu akımın Floransa’da gelişmesi şaşırtıcı değildir. Burası ekonomik ve mali gücün, sanat koruyuculuğu geleneğini sürdüren güçlü bir siyası erkin, entelektüel seçkin bir sınıfın, özelliklede sanat alanında birkaç yaratıcının buluşup bir araya geldiği bir yerdir. Üstelik rakip şehir Siena’dan farklı olarak gotik sanat burada gelişmedi.
Floransa büyülü bir şehir, orda üç gün kaldık ama ilk günü rehberle dolaştık diğer günler Pisa ve Siena ya gittik. Akşamları Floransa’ya gelip meşhur meydanlarında yemek yedik. 15-20 dakikalık otelden merkeze yürüyüş mesafesi var. Son akşamda Michalengelo tepesine çıktık sonra tekrar şehre geldik. Orta çağ şehirlerinde üç tane meydan bulunuyor. En büyük kilisenin bulunduğu Duoma meydan’ı, Ticaretin yapıldığı halk meydanı birde devlete ait kurumların bulunduğu siyasi meydan. Bunların her üçünün de göz kamaştırıcı olarak bulunduğu yer Floransa. Akşamlar büyüleyici sokak ve caddelerinde yürümek ayrı bir keyif. Bütün binalar eski ve estetik. Doğrusu rahatsız edici göze batan hiçbir manzaraya rastlamadık. Her şey yerli yerin de. Tekrar be tekrar gelinebilecek şehir. Zaten müzeleri dolaşamadık bu seyahatte. İtalya’nın en büyük sanat galerisi de burada.
Floransa 1. asır da Roma kolonisi olarak kurulmuş daha sonra sırasıyla Gotlar, Bizans ve Lombard hakimiyetin de kalan şehir 8. asır sonlarında canlanmış ve giderek güç kazanmıştır. 13. asır da bankacılık sektörüyle desteklenen yün ve dokuma ticareti şehri yarımadanın önde gelen güçlerinden biri yapmıştır. Bu büyülü şehir Rönesans’ın muhteşem bir başyapıtıdır. Şehrin edebi yapısına katkıda bulunan Dante, Petrarce ve Machiavelli gibi yazarların yanı sıra şehri en güzel sanat başkentlerinden biri yapan Botticelli, Michelangelo ve Donatelli gibi ünlü ustaların resimleri ve heykelleridir.
Politik iktidar, önce loncaların ve Floransa Cumhuriyetinin daha sonrada Medici ailesinin eline geçmiştir. Burası sanata düşkün diplomasi becerisi yüksek bu zengin ailenin üç yüz yıl yönetiminde Avrupa’nın kültür ve entelektüel başkenti haline geldi. Bu velut zeminden dolayı sanatçılar, heykeltraşlar, mimarlar şehre akın etmiş ve Rönesans’ın muhteşem eserlerini vücuda getirmişler. Floransa’nın büyük kısmı bu devirde inşa edilmiş ama şehrin doğu bölümü hala orta çağ havası taşır. İşte Dante (1265-13219) şehrin bu kısminde dünyaya geldi.
Şehrin merkezinde yükselen Duomo ( Katedral ) ve kiremit renkli kubbesi, bu şehrin en ünlü sembolüdür. Günümüzde bile şehrin en yüksek binasıdır. Gerçi bu seyahatimde hiç yüksek bir binaya rastlamadın o da ayrı bir mesele. Hemen karşısındaki bronz kapılarıyla ünlü vaftizhane 4. asra uzanan tarihiyle şehrin en eski binasıdır. Dante burada vaftiz edilmiştir. Duomo’nun diğer karşısında bulunan Giotto’nun 1334 de tasarladığı çan kulesi 85 m yüksekliğiyle kubbeden 6 m kısadır. Kulenin dış kısmı, beyaz, yeşil ve pembe renkli Toskana mermeri ile kaplıdır.
Şehrin ayakta kalan en eski köprüsü olan Ponto Vecchio 1345 yılında inşa edilmiş, köprünün üzerindeki dükkanlar ilk zamanlar demirci, kasap ve dericilikle iştigal eden işyerleriydi. Daha sonra yol açtıkları gürültü ve koku yüzünden buradan gönderilerek yerlerine mücevherci ve kuyumcular yerleşti. Köprünün doğu tarafının üstü yükseltilerek “coridore Vasariano” ismiyle anılan ve Medici ailesinin halkla temas etmeyip konutlarına gidebilecekleri koridora olarak inşa edildi.
Pizza Della Signoria şehrin politik merkezidir. Büyük çan bir zamanlar halkı parlamentoya çağırmak için kullanılır iken şimdi halkın ve ziyaretçilerin popüler mekanı olmuştur. Meydandaki heykeller en önemli olayları hatırlatmak için dikilmiştir. Michalengelo’nun meşhur Davut heykeli, zülüm karşısında kazanılan zaferin sembolüdür. Orijinal heykel 1873’e kadar meydandaydı.
Pisa
Floransa’yı dolaştıktan sonra ertesi gün, günü birlik Pisa’ya gittik. Pisa; Toskana bölgesi şehirlerinden, aynı zamanda tarihte İtalya’nın en büyük deniz gücü olan dört şehirden birisi. İslam dünyası ile en çok karşılaşan ve savaşan, 11. Asrın başında da Müslümanları uzaklaştırdılar bölgelerinden. Bundan dolayı da Piskoposluğa yükseltildi.
Haçlı seferine yüz yelkenliyle katıldılar. Buna karşılık da, Lazkiye ve Antakya gibi bölgelere yerleştiler. Pisa önemli bir sanat ve kültür merkeziydi. Burgundio Pisano İstanbul’dan, batıda ki tüm Roma hukuk Rönesansı’nın temeli olan “digeste” elyazmasını getirdi. 13. asır Avrupası’nın en büyük matematikçisi Pisa’lı Leonardo ve Galile buralıdır.
Pisa’da üç önemli yapı var, 12. Asırda yapılan Roma üslubundaki Katedral ve bunun yanında silindir biçiminde iki yapı ki mimari bütünlük sağlamıştır. Birisi meşhur Pisa kulesi ve vaftizhane. Pisa kulesi İtalya’ya gitmenin vesikası gibi Collezyumla beraber. İtalya’ya gideni oralardaki resimlerinden herkes kolayca anlayabiliyor. Kulenin eğikliği bir mühendislik hatası, zeminin durumu iyi hesap edilememiş, sellerle taşınmış alüvyonlar üzerine kurulmuş. Bugün oraya bu kadar yoğun turist gitmesinin sebebi o. Kule sanki yerçekimi kanununa direniyor. Yapılan hatalı bir yapının bu denli değerli olduğu ikinci bir yer bilmiyorum. Teknolojik gelişmelerden yararlanılarak kulenin eğimi 38 cm azaltılmış ve 2001 yılında güvenli bir şekilde halkın ziyaretine açılmıştır.
San Gimignano ve Siena
Üç gece Floransa da kaldıktan sonra sabah Roma’ya doğru yola çıktık. Tabi yol üzerindeki San Gimignano ve Siena ya uğrayarak ancak gece Roma’ya ulaştık.
San Gimignano 12-13. Asırdan kalma kulelerin oluşturduğu silüeti ve iyi korunmuş merkeziyle Toskana dağ kasabalarının en güzelleri arasında. Doğrusu ben çok sevdim. Kuleler ticaretin getirdiği üstünlük ve saygınlığı gösterir. Bunların 14 tanesi ayaktadır. En önemli kuleler birbirine bağlı üç meydanın etrafında toplanmış. En önemli meydanı adını 13. Yüzyıldan kalma travertenli kuyudan alan zarif sarayların çevrelediği Piazza der Cisternadır. 1348 de veba salgını ve daha sonra haç yolunun değişmesi ekonominin zayıflamasına yol açmıştır. Tosgana’nın en şiirimsi manzarasının görüldüğü kasabanın en yüksek noktası ve piknik alanı olan Rocca kalesinin yıkıntılarının olduğu bölgeden vadinin manzarası enfes. Bizde oraya çıktık ve bol bol resimler çektik. Kısa zamanda kasabayı dolaştık ama çok verimli bir ziyaret oldu. Sakin hayat sürecekler için ideal yer.
San Gimignano’yu öğlende bitirdikten sonra Siena’ya geldik. Siena engebeli arazisiyle üç tepe civarında kurulmuş en sevimli orta çağ şehirlerinden birisidir. Gri taşlarıyla Floransa nasıl Rönesans şehri ise Siena da kahverengi ve kızıl tonlarıyla orta çağı temsil eder. En meşhur yeri, Avrupa’nın en büyük orta çağ meydanlarından biri olan Pazzo del Campo’dur. Burası yelpaze şeklinde eğimli bir meydandır ve şehrin kalbinde yer alır.
Eski Roma forumu üzerinde kurulan meydan, her yıl iki kez eğersiz at binme yarışına – palio – sahne olur. 14. Asırdan kalma meydanın tuğla zemini mermer şeritle dokuza ayrılmıştır; bunlar 13. asırda şehri idare eden dokuz aileyi simgelemekte. Bu meydandaki gotik belediye sarayı Palazzo Pubbliconın yanında 1342 yılın da tamamlanmış çan kulesi, İtalya da inşa edilmiş ikinci büyük orta çağ kulesidir.
Siena Doumo’su ( 1136-1382 ) İtalya’nın en büyük katedrallerinden biridir. Mimarisi ağırlıklı olarak Pisa tarzından etkilenmiş Romanesk – Gotik ( Roma – orta çağ ) karışımıdır. 14. asırda planlanan nef ( kavis’in iki tarafında uzanan alan, koridor ) inşa edilebilmiş olsaydı Hıristiyan dünyanın en büyük kilisesi olacaktı. 1348’de ki veba salgını yüzünden şehrin nüfusu yarıya inmiş ve yapımı durdurulmuştur. Bu veba salgını ortaçağın en büyük belaların dan biri. Diğer bazı Avrupa şehirlerinde de rastladık, şehrin kaderini değiştiriyor.
Sieana’da öğlen yemeğini meşhur meydanı Pazzo del Campo’da aldık. Meydanı seyretmek yemekten daha keyifliydi. Lokantanın lavaboları çok şık ve sürekli birisi tarafından temizleniyordu. Bizde oraya abdest almaya gittik, ayaklarımızı yıkarken orta yaşlı bir bey hışımla geldi. Ne yapıyorsun, bende lisani halle anlatmaya çalıştım. Adamın öfkesi yüzünden okunuyor, burada sadece el ve yüz yıkanır, ayak ve baş yıkanmaz. Bende başka nerede bu işi yapabileceğimi bilmiyorum. Oda meydanda su var orada yapsana dedi. Biz buraya yeni geldik birkaç saat içinde de döneceğiz oraları bilemem. Neyse adam öfkeyle gitti. Sanırım patrondu ve çok titizdi, lavaboların temizliğinden belli. Kendisi de sık sık kontrol ediyor. Tekrar geldi bu sefer diğer ayağımı yıkıyordum ki, “at kaçtı torba düştü”. Muvazenesi gitti. Sen nerelisin dedi, Türk olduğumu öğrenince bana, ben bunu Türkiye de yapsam beni kovarlar dedi. Bende ben orada yaşıyorum sen önce mantığını değiştir dedim fakat beni duyduğundan emin değilim, öylece gitti. Esaslı fırça yedim desem mübalağa olmaz. Çok farklı ülkelerde bulundum fakat bu kadar sert tepki ilk kez oldu. Bazen kibarca uyaranlar oluyordu. Gerçi İtalya’da yediğimiz tek fırça bu değil, bu ilki ve en serti idi. Yemekten sonra meydanda dolaşırken yediğimiz fırçanın tesiriyle sağa sola çeşme var mı diye bakıyordum, haklıydı çeşme vardı orada. Öğlenden sonra Roma’ya Yola çıktık ve gece otele geldik.
Roma
Burada otel de üç gece kalmakla birlikte ilk gün Roma’yı dolaştık. İkinci gün Napoli ve Pompei’ye gittik. Üçüncü gün ise benim haricimdekiler alışverişe gitti. Ben’se Antik Roma kalıntılarının olduğu bölgeyi gittim. İlk günkü gezimiz kısmen panoramik oldu. İlk durağımız Vatikan, resimlerde görülen kuyrukta bekledik Sen Pietro katedraline girmek için ama o sırada da dünyanın en güzel meydanlarından birin de bol bol resimler çektik. Bu gezi de beni şaşırtan en önemli iki yerden birisi, diğeri ise Pompei. Hem meydan hem katedral büyüleyiciydi, hele katedralin içi, bütün Rönesans ve Barok sanatlarının teşhir yeri gibi. Daha sonra panoramik tur gibi Antik Roma bölgesine gittik ve dışardan Kollezyum’u gördük. Çevresinde resim çekildikten sonra Roma’ya gidenlerin uğramayı adet edindiği Trevi çeşmesi ve İspanyol merdivenlerin olduğu bölgeye gittik. Akşam yemeğini üç barok çeşmenin olduğu Piazza Navona da yedik ki burası şehrin kalbi gibi. Çevre cafe ve meşhur mağazalarla dolu.
Roma’da ki üçüncü günümüzde ben erkenden otelden ayrılarak Antik Roma bölgesine gittim. Antik Roma’ya ait, tapınaklar, forumlar, zafer takları, meydanlar, Arena, Hipodrum vs. hep bu bölgede. Carcallas hamamları ise 20 dakikalık yürüyüş mesafesindeydi. Antik şehri ve Arenayı ancak bitirebildim çünkü aynı akşam İstanbul’a dönüşümüz vardı. Programımda Carcallas Hamamları olmasına rağmen oraya gidemedim. Gerçi yıkılmıştı sadece bazı duvarları ve sütunları kalmıştı. Roma’da ki ikinci günümüzde Pompei ye gitmiştik ve oradaki hamam, tüm Roma’nın çatısı hariç ayakta kalmış en düzgün hamamı. Bir sonraki sefere bu hamam, antik şehir ve Vatikan müzeleri için ayrı program yapmak lazım. Sadece burası, bütün zihni onunla meşgul etmek lazım ki birçok detayı da kaçırmadan dolaşılabilsin. Birde ikinci gelişte ciddi okumalar yaparak gelinmeli ki, şehrini şanına uygun gezi olsun. En iyisi benim Roma’yı yazacağım zaman yalnız başıma gelmem lazım.
Aslında, Roma’yı nasıl anlatsam nereden başlasam bilemedim. Roma İmparatorluğunu ve Papalık ile ilgili müstakil yazılar olacağından daha sığ bir anlatım olacak. Yani bu şehrin şanına uygun düşmeyebilir. Şehri; Antik Roma ve Vatikan türevleri olarak iki kısma ayırıp ele alacağız.
Tiber nehrinin iki yanında yükselen yedi tepe üzerine kurulan Roma, imparatorluğun başkenti olduğu zamanlar bir milyona ulaşan nüfusuyla şehirciliğin anasıydı. 5. Yüzyılda yıkılınca tacını 4. Yüzyılda kurulan Doğu Romanın başkenti İstanbul’a bıraktı. İstanbul kurulduğu yıldan beri dünyanın en büyük şehirlerinden birisidir. Ortaçağ boyunca bir şehrin büyüklüğü anlatılırken muhakkak İstanbul ile kıyaslanırdı.
Antik Roma, Capitolino tepesinin güneyini taçlandıran şehrin antik merkezi, aynı zamanda sembolik dünyanın merkezi kabul edilir. Burada bir zamanlar siyasi, sosyal, hukuki ve ticari hayatın odağı olan forumlar, tapınaklar ve arena ( Colosseum ) yer alır. Carcallas Hamamları ise bu bölgeye yürüme 15-20 dakikalık mesafededir ki; bu bölgeler Klasik Roma’nın çekirdeğini oluşturur. Romulus’un MÖ. 8. Yüzyılda Roma’yı kurduğu söylenen ve 400 yıldan fazla imparatorların yaşadığı Palatino tepesi Forum’a yukardan bakar.
Bugün Roma imparatorluğunun en büyük ve heybetli miraslarından birisi 55.000 kapasiteli Arena (Kollezyum ) dünyanın yedi harikasından biridir. MS 72’de başlayım 80’de bitirilen dev eser heybetiyle, hala insanların başını döndürüyor. Arena’nın travertenleri sonraki dönemlerde yağmalanarak sarayların ve San Pietro Katedralinin bir kısmının yapımında kullanılmıştır.
Tunus – 1 adlı makalemizde Kartaca – Tunus da kalıntılarını gördüğümüz yüz odalı hamamdan sonra, Roma da ki Carcallas Hamamlarını görüp, hamamlar hakkında (özellikle Roma hamamları ) müstakil yazı kaleme almayı düşünmüştük. MS. 3. yüzyılda yapılan 1600 kişilik Carcallas hamamlarına eşdeğer günümüze kadar henüz bir şey yapılmadı. Hamam Romalının günlük hayatının bir parçasıydı. Sadece temizlenmek değil, spor, siyaset ve ticaret görüşmelerinin de yapıldığı yerlerdi.
Antik Roma da Palatina tepesi ve Aventina tepesi arasında 150.000 kişilik at yarışları ve kitlesel eğlenceler için inşa edilmiş hipodrum (Circus Maximus ) Agustos zamanların da yapılan ilavelerle kapasitesi 250.000’e yükseltilmiştir. Bugün İstanbul Sultan Ahmet’te at meydanı Doğu Roma’dan kalma hipodrom idi.
Antik Roma’dan günümüze dek devam eden tek kurum Papalık tır. Papalığın bulunduğu Vatikan da ki San Pietro kilisesi Havari Petrus’un MS. 64 yılında şehit edildiği ve gömüldüğü yerdir. Orta çağ Avrupası’nın şekillenmesi ve haçlı seferleri ancak onunla mümkün oldu. Romanın entelektüel birikiminin bir kısmı Avrupa’ya onunla taşındı. Bilemiyorum ne kadar iddialı olur ama ortaçağ Avrupa’sı düşmanlarından Papalığın ortak haçlı seferleri sayesinde korundu. İslam dünyası bilimlerinin Avrupa’ya geçtiği yollardan biriside haçlı seferleridir.
Roma şehrinin yeniden doğuşu 1500’lü yıllardan sonra başlar. Papalığın bütün Katolik kiliselerden aldığı vergilerle zenginleşerek şehrin yeniden imar faaliyetlerine girişilmiştir. Papalık 15. Yüzyıldan sonra Roma’ya taşındıktan sonra büyük ölçüde canlanan bölge, Rönesans ve barok dönemleri boyunca, prensler, papalar ve kardinallerin yanı sıra şehri güzelleştiren saraylar ve kiliseler inşa etmekle görevlendirilmiş sanatçıları ve mimarları da ağırlamıştır.
Dünyanın en küçük devleti Vatikan’ın binası ve meydanı, adını üzerinde bulunduğu tepeden alan, orta çağda sıtma salgının kaynağı olan bir bataklığın çevrelediği yer, 600 yılı aşkın papalığın ikametgahıdır. Mussolinin 1929 da imzaladığı anlaşmadan buyana İtalya da bağımsız özerk bir devlettir. San Pietro Bazilikası ve Vatikan müzeleri hiç Roma kalıntıları olmazsa bile kendi başına büyüleyici bir değerdir. Roma kalıntılarını İtalya haricinde değişik bölgelerde gördüğüm için çok şaşırmadım belki ama Vatikan’ı böylesine etkileyici düşünmemiştim. Bernini San Pietro Meydanın da dünyanın engüzel mimari düzenlemesini hayata geçirmiştir. 288 traverten sütunu, 88 yarım sütunu ve azizleri temsil eden 140 heykeli on bir yılda 1667 de tamamlamıştır.
San Pietro Bazilikası, Katolik kiliselerinin en büyüğü ve ihtişamlısıdır. Yukarıda da belirtildiği gibi 1500’lü yılların başından itibaren İtalya da yaşayan ünlü sanatçılar hep buraya çağrılmış ve San Pietronun bir bölümünü veya Vatikan’ın diğer binalarını yapmışlardır. Farklı dönem ve ekoldeki mimar ve sanatçıların çatışan fikirlerine göre şekil değiştirmiştir. Mimar ve sanatçıların her biri kararlarını denetleyen papayla birlikte kiliseye eklemeler yapmışlardır. Mevcut kubbe Micelangelo tarafından yapılmıştır. Kilisenin en değerli eseri, Meryem’in kucağındaki Ölü İsa heykeli de Michelangelo’ya aittir. Kilisenin merkez binası dünyanın en zengin sanat koleksiyonlarından birisine ev sahipliği yapar. Vatikan müzelerinin yedi km’yi bulan salonlarında, sekiz müze, beş galeri, Havariler kütüphanesi, Borgia daireleri, Raffaello odaları, Sistina Şapeli ( papa seçimleri burada yapılır ) yer alır.
Vatikan ruhani meclisinin çıkardığı bir kararla papaların kararları yanılmaz kabul edilir. Vatikan ve papalık bu ve bazı yönleriyle İran da ki mollalık kurumu ile benzerlik arz eder. İleride belki bu iki kurumun karşılaştırmasıyla ilgili bir çalışmamızda olabilir.
Napoli ve Pompei
Roma da ki ikinci gecemizden sonra güney İtalya’ya yola çıktık. Aynı gün içinde önce Pompei sonrada Napoli’ye geçtik. Akşam da tekrar Roma’ya geri döndük. Güney İtalya kuzeye göre daha fakir ve kurallar daha az işliyor burada. Orta çağ ve antik çağda ise buralar daha kıymetli ve medeniyetin yakın olduğu bölgelerdi. Buralarda Yunan ve İslam bilim ve medeniyetinin tesire var. Napoli, Yunan dilin de yeni şehir demek.
Gezimize önce Pompei den başladık. Herkesin hatırında Vezüv yanardağının patlaması sonucu insanların taşlaştığı zannedilen şehir. Her şey den önce kabul etmek lazım ki burası, Antik Romanın günlük yaşantısına dair bilinenlerin büyük kısmı Pompei ve Herculanum ( Pompei’nin komşu kenti ki aynı akıbeti yaşadılar ) kazılarından elde edilen bulgulara dayanır.
Yaklaşık yarım günümüzü Pompei de geçirdik ki tek kelimeyle bütün tahmin ve beklentilerimizi müspet yönde altüst etti. Karşımızda capcanlı dipdiri bir Roma şehri vardı. Sanki daha yeni insanlar göçmüş buradan. Lokantalardaki derin çömlekler yeni soğumuş gibi. Halbuki MS. 79 yılında Vezüv’ün aktif olmasıyla şehri 6 metre küller kaplamış. Aslında ondan 16 yıl önce de depremle sarsılmışlardı. Yani MS. 62 yılında deprem olmuş belki de Volkanı aktif hale getirmiş. Esasen burası eskiden beri biline bir yer, ondan dolayı Romalılar buraya Vezüv demiş yani sönmeyen belli ki, farklı aralıklar’la lavlar fışkırırmış. Merak ettiğim hamamların en sağlam ve korunmuşunu burada gördüm. 22.000 kişinin yaşadığı şehirde dört tane hamam varmış. Taşlaşmış cesetlere gelince burada yerel rehberlerin verdiği bilgiye göre burasında kazılar 18. Yüzyılın ortalarına doğru başlamış. Şehir üzerine gelen 6 metrelik kül tabakası kaldırılınca en korunaklı Roma şehri ortaya çıkmış. Ekseriyetle sadece çatılar çökmüş. Cesetler ise yumuşak kül tabakasının altından çıkarmak için delik açılıp üzerine alçı dökülmüş daha sonra çıkan alçılı cesetler atölyelerde düzeltilmiş ve bugünkü formu almış. Gördüğüm kadarıyla Pompei herkesin ilgisini çekti.
Aynı gün öğlenden sonra çok yakınındaki Napoli’ye geçtik. Vezüv’ün bir tarafında Napoli diğer tarafında Pompei ama Napoli ile mesafesi fazla ki küllerden etkilenmemiş. Bizim fırtına şoförümüz buralıydı. Artık aramız iyi idi bize buranın yöresel tatlılarından ikram etti. Lokanta tercihini de ona bırakmıştık, doğrusu güzel bir yere getirdi bizi. Deniz kenarında hem balık hem pizza yapan bir yer. Ben tercihimi Napoli Pizzasından yana yaptım. Burada sokaklar çamaşır asma festivali varmış gibidir, etraf çamaşırlarla bezenir. Napoli koyunun manzarası çok güzel, liman ve Vezüv’e bakar.
Napoli, Türkler ve İslam dünyasıyla en çok irtibat kuran şehirlerden biridir. 14. Yüzyılda Napolililerin Bursa da bir depo ve ticaret merkezleri varmış. Cem sultan, Avrupa da geçirdiği uzun bir maceradan sonra Roma’dan buraya getirildi ve Castel Capuana da vefat etti. Cenazesi bir süre burada kaldıktan sonra İstanbul’a geldi. Burası sona kalınca hakkıyla gezemedik. Ben girişinde bulunan görkemli zafer takının olduğu Gastel Nuova’yı ziyaret ettim. Diğerleri de alışverişe gitti. Akşam olmadan da Tekrar Roma’ya yola koyulduk.
Esasında hızlı bir gezi oldu birçok detayı göremedik özellikle müzeleri ama umarım oda iler ki yıllarda olur.
Nazmi Emin, İstanbul