
Tunus 1
Akdeniz’in ortasında ve en dar yerinde 2800 yıldan beri ehemmiyetini korumuş veya güçlü fatihlerin ve korsanların iştahını kabartmış tabii limanlar ülkesi. Aynı zamanda Afrika’ya ismini vermiş, ticaretin enva-i çeşidine şahitlik yapmış, tarihe altın harflerle yazılan Hannibalı ve İbni Haldun’u bağrından çıkarmış, gününün şartlarının çok ötesindeki ticari ve askeri limanlarıyla nam salmış bir bölge. Bugün turizm, zeytincilik ve hurmasıyla artık biliniyor.
Tunus da tarih erken, M.Ö. 804 yılında Fenikelilerin buraya gelip Kartaca (Fenike dilinde yeni şehir) şehrini kurmasıyla başlar. Burası çevresiyle zamanla çok zenginleşiyor ve 200 gemilik filoya ulaşılıyor. Hemen yanı başında bir dönemler Yunan şehri olan Sicilya’ya da hâkim olurlar. Yunan bilim tarihçileri daha M.S. 2. Yüzyılda Batlamyus tarafından ( veya Marinos’un haritası ) çizilen haritada denizleri kapalı çizmişler. Yani Akdeniz den Atlas Okyanusunu geçişi kapalı çizilmiş. Halbuki ondan çok önceleri Fenikeliler Cebeli Tarık boğazını aşmış hem İspanya’nın Atlantik kıyılarında hem de Fas’ın Atlantik kıyılarında limanlar kurmuşlar. Daha da ötesi, Yunanlı tarihçi Herodot’un anlattığına göre, M.Ö. 7.Yüzyılda Mısır Firavunların dan Necho, Fenikelilere Afrika’yı dolaşmalarını ve ona bilgi getirmelerini istemiş. Bazen bilim tarihçilerinin ulaşamadığı yerlere tacirler ulaşırdı. Fenikeliler ‘in alfabeyi insanlığa hediye etmesi gibi.
Sonra sahneye Roma çıkıyor, güçleniyor ve çıkar çatışması başlıyor, tarihte 150 yıllık periyota yayılmış meşhur Pön (Pönik, Latince Fenikeliler demek) savaşlarıyla (M.Ö. 264-146) Kartaca tarih sahnesinden siliniyor. Bugün yanmış şehrin ve limanın kalıntılarını hala duruyor.
Tunus da M.Ö. 2. Asır itibarıyla Roma devri başlıyor. Tunus da ne gördün derseniz, evvelce Romanın heybet ve haşmetini gördüm, sonra diğerlerini. İslami döneme ait eserlerin ağırlıkta olacağını düşünürken Romanın orada değişik bölgelerdeki antik kentlerindeki ihtişamı sıralamaya yanlış başladığımı bana gösterdi.
UNESCO’nun kültür miras listesine aldığı dört ayrı bölgede Roma şehri var. Bunların en önemlilerinden biri Kartaca da olanı; yıkılmış 40000 kişilik amfi tiyatrosundan, kanalizasyon sistemine, 142 km öteden getirilmiş zemini seramik kaplı su kemerlerine, dev su sarnıçlarına, Roma villalarından meşhur hamam kompleksine kadar bir şehri ihtişamlı kılan her şey var.
Kartaca’daki hamamların ismi Antonius hamamları ki, bugün Roma şehrinde ki Carcallas ve Diokletianus hamamlarından sonra üçüncü büyüklükteki hamam. Türk hamamları da meşhur, sanırım hala hayatiyetini devam ettiriyor olmalarından. Yoksa orda ki hamamın yanında oldukça mütevazi kalır. Buradaki hamam M.Ö. 2 yüzyılda yapılmış. 100 odalı; soğuk odasından, sıcağına, ılık odasından temizlemesine, yüzme havuzundan spor salonuna, yemek salonundan, dinlenme salonuna oradan varlıklı ailelerin çocukları için okuluna kadar muhayyileni ne kadar zenginleştirirsen içine sığdıracağın nitelikte. Romalı aristokratın hayatı, hamam, forum ve arenada geçer dersek herhalde abartmış olmayız. Esasen Roma hamamları müstakil yazıya konusu olacak nitelikte neyse şimdilik bu kadarla iktifa edelim.
Tunus’ta beni en çok şaşırtan, Roma dönemine ait El Jem amfi tiyatrosu. El Jem eski bir Roma şehriydi. Amfi tiyatro MS 2. Yüzyılda yapılmış, bugün Roma da ki Kollezyum dan sonra ayakta kalan 30.000 kişilik kapasitesiyle en büyük amfi tiyatro. Meşhur Gladyatör filminin sahneleri orada çevrilmişti.
Dev eseri gezdikten sonra yaklaşık bir saat türbin de oturup boş boş etrafa bakındım ki hiç adetim değildi. Bina değişik dönemlerde kale gibide kullanılmış. Osmanlı döneminde kaçakların mekân tuttuğu yer olduğundan topa tutulmuş, bugün bir tarafının yıkık hali o zamandan kalma.
Tunus da Roma dönemine ait mozaiklerin sergilendiği Bardo müzesi var ki, 2011 de Gaziantep’teki Zeugma Müzesi açılıncaya kadar dünyanın en büyük mozaik müzesiydi. Değişik Antik Roma şehirlerinden getirilmiş bu mozaikler. Bununla beraber başka şehirlerde de yine mozaiklerin olduğu müzeler var. Zengin Romalılar evlerinin duvarlarına ve zeminlerine mozaikler döşemişler. Mozaiklerdeki resimler, Yunan efsanelerinin anlatıldığı “Homeros Destanlar”ındaki hikayelerin mozaiğe yansıması. Benim gördüğüm manzaraların en çoğu deniz ve onunla ilgili olanlar. Bazı mozaikler o kadar büyüktü ki, hatırı sayılır büyüklükteki üç duvara birden sığdırılmış. Zeugma müzesinide gezdim. Yekpare bazı mozaik resmileri, Bardo’da çok daha büyük Zeugma’dan.
İslam fetihleri burada 670 yılında Ukbe bin Nafi ile başlar ve ilk Kayrevan şehri kurulur. Bugünkü meşhur Kayrevan caminin mazisi de o güne dayanır. Onun için ona Sidi Ukbe Cami de derler. Bu bölgeye Araplar İfrikiye diyorlardı. Bu isim; Romalıların Tunus da yaşayan bir Berberi kabilesinden esinlenerek adlandırdığı Afri, Africa dan mülhem Arapça söyleniş biçimiyle İfrikiye idi. İlk zamanlar Mısıra bağlı iken sonraları müstakil eyalet oldu. Aşama, aşama burada yaşayan berberi kabileler Müslüman olunca Tunusun tamamı bir İslam ülkesine dönüştü.
Bu bölgeden Sicilya’ya ve diğer adalara gidildi ve oralarda 150 – 200 yıl hüküm sürüldü. İslam Alemindeki ilmi gelişmelerin Avrupa’ya geçtiği yollardan biriside Sicilya adası ve oradan güney İtalya’ya buradan geçti. Hatta tarihte meşhur bilinen Tunuslu Konstantin’in bazı tababetle ilgili kitapların İtalya’ya getirip onları orada bir manastırdakilere Latinceye tercüme ettirmiş, bir kısmına kendi ismini diğerlerine de meşhur Yunanlı bilim adamlarının isimlerini yazdırıp yayınlaması bilim tarihinde çok meşhurdur. Bu zat Tunus da tıp eğitimi almış oradan Sicilya’ya oradan da İtalya’ya geçti. Avrupa da ki ilk üniversitelerden birinin İtalya da açılmasının sebebi de bu bölgedir.
Batı Roma imparatorluğu çöktükten sonra (MS 476) kısa dönemli buralarda Vandal ve Bizans hakimiyeti var ama pek kıymeti harbiyesi yok. Roma’dan sonra burada en önemli eserler Müslümanların fethinden sonra oldu. Bunların arasında en dikkate değer olanlar, 9 ve 10. asırlar arası hükmeden Ağlebiler dönemidir. Tunusun altın çağı olarak değerlendirilir. Bugün Kayrevan’daki meşhur 9000 metrekarelik cami, o dönemde mevcut yıkılarak bu hale geldi. Yine Ağlebit sarnıçları diye adlandırılan su depoları da o denemin ürünü. Burası su sıkıntısı olan yer olduğu için yakın çevreden su kemerleriyle burada ki sarnıçlara su taşınırdı. Burada ki büyük caminin avlusunda yedi kuyu var. Hem yağmur sularını toplar muhafaza eder hem de ihtiyaç olan su buradan temin edilirdi.
Kayrevan şehri dönemin en önemli ticaret ve ilim merkeziydi. Benim Tunus hakkında okuduğum dört ayrı kaynakta bu şehir, Mekke, Medine ve Kudüs’ten sonra İslam dünyasının en önemli 4. şehriydi. Neden böyle söylendiğini doğrusu bilmiyorum lakin bu zikrettiğim kaynaklardan biriside Diyanet’in İslam ansiklopedisidir. Ayrıca burasına 300 camili şehir denir. Şehre yukardan bakıldığında türbe, zaviye, cami, medreselerin oluşturduğu beyaz kubbelerden oluşan bir siluet hâkim. Fas’ın Fes şehrindeki en eski ve büyük caminin ismi de Kayrevan camidir. Yine Fes şehrinde kurulan dünyanın bilinen ilk üniversitesi, cami kompleksiyle beraber yapıldığı için aynı isim altında zikredilir. Bu cami ve üniversiteyi yapan aile Fes’e Kayrevan şehrinden göçtüğü için bu isimle zikredilir.
Kayrevan medinada bir su kuyusu var. Su kuyusundan deveyle su çekiliyordu. Bugün hala deve ve su çıkrığı orada var ve turistler ziyaret ediyor orayı. Su kuyusu 11. asırdan beri biliniyor. Ama hangi tarihte yapıldığı net değil. 8. asırın sonunda Abbasiler döneminde yapıldığına inanılıyor. bu kuyunun suyu hakkındada iki değişik rivayet buralarda eskiden beri anlatılır. ilki kuyunun suyunun Mekke’de bulunan zemzem suyu ile irtibatlı olduğu diğer ise bu kuyudan su içenin tekrar Kayrevan’a döneceği. Kuyunun mevcut hali 17. asırda yapılmış.
Mağrip ülkelerinin “medina” diye adlandırdıkları etrafı surlarla çevrili eski şehirler, burada da var. Fakat Fas da bulunanlar ile karşılaştırdığımızda küçük kalır. Merkezde bir büyük şehrin simgesi haline gelmiş cami ve etrafın da ki suklar (sokaklar) medinayı oluşturur. Ticaretin kalbi halen burada atar. Her zaman kuraldır, caminin en yakınında kitapçı ve koku satan işyerleri mevzilenir. Kalanlar, gürültü ve koku türlerine göre daha uzaklarda olur. Tunus şehri medinasın da ki 698 yılında başlanmış sonra 9. Asırda yeniden yapılan Zeytuni Camisi, Tunus’un en eski ve önemli ikinci camisi olup, Kayrevan’daki’nin farklı modelidir. Bu döneme ait önemli kütüphanelerden biriside bu caminin kütüphanesiydi. Mağrip camilerinde olduğu gibi Zeytuni Camin dede çok küçük kubbe, bol sütunlu sistem hâkim.
Sütunların hepsi diğer eski camilerde olduğu gibi, Antik Roma şehirlerinden getirilmiş farklı mermer sütunlar. Çok az kısmı da granit sütun ki, onlar Roma döneminde Mısır – Asvan’dan getirilmiş. Zeytuni Camisi’nin bazı duvar taşlarında Latince yazılar var. Demek ki onlardan Roma mahsulü. Suse şehrindeki 9. Yüzyıl da yapılmış büyük camide de aynı manzara mevcut.
Tunus’un başka bir özelliği de Akdeniz’e yaptığı girinti ve çıkıntılarından dolayı oluşan tabi liman ve liman şehirleri. Ribat denen askeri karakol vazifesi yapan kaleler burada ki bütün liman şehirlerinde var. Ribatlar; deniz kenarına yakın fakat mevcut medina’nin içindedir. Yanı dışında ayrıca şehri koruyan şehir surları var.
Burada hatırı sayılır bir başka hanedanlık ise Hafsiler (1228-1574) dönemidir. Bu dönemde Tunus şehri büyük önem kazandı ve 13. Yüzyıldaki fetihlerle gücünün zirvesine ulaştı. Şehrin ilk medreseleri, büyüleyici sukları (medina sokakları), dokumacıları bu dönemden günümüze kalmıştır.
Osmanlılar buraya 16. Yüzyılın sonuna doğru hâkim oldular fakat bizatihi değil de korsan denizci Hızır (Barbaros) ve Oruç kardeşlerin aracılığıyla olup üç asırlık bir dönemi kapsar. Üç asırlık hâkimiyetin son iki asrı gevşek bir bağlılık olup mevcut beyler kendi adlarına hareket edebiliyorlardı.
İşin doğrusu Tunus medina da o dönemin beylerine ait bazı konaklar haricinde dikkate değer bir şeye rastlamadım. Bu tür ülkeler eyalet konumunda iken ki durumlarıyla bizzat ülkeyi yönetenlerin orada yerleşik olan dönemleri farklı. Esas gelişmeler ikinci durumda oluyor. Diğer türlü zenginlikler merkeze kayıyor.
15 ve 16. Yüzyılları boyunca kalyonlar ile orta Akdeniz’e egemen olan Türk korsanları arasında Kara Hasan ve Piri Reis de vardı. 1516 yılında Gülettaya yerleşerek korsanlığa başlayan, 1519 yılında ise Osmanlı hizmetine giren Barbaros hayrettin paşa ve kardeşi Akdeniz’i bir Türk gölü haline getirdi. Akdeniz de korsanlık başlı başına bir meslek olup legal devletlerin kontrollerinde yapılıyordu. Deniz savaşlarından sonra mürettebat korsan gemilerinde çalışırdı. Silahla donatılmış özel ticari gemileri, resmi korsanlık yapabilmek için düşman gemilerine saldırı izni edinmişlerdi. Bu tür korsan gemiler barış döneminde başka gemilere saldırır, savaş sırasında da elde edilen ganimete ortak olurdu.
Fransız döneminin burada ki tesiri daha çok kültürel, bugün herkes Fas da ki gibi ana dilinin yanında Fransızca da konuşuyor. Tunuslular, Libya’nın batısında ki Arap ülkelerinin diğerlerinden farklı olduğunu daha doğrusu kendilerini daha aydın görüyorlar; tek evlilikten kabileciliğe kadar. 1957 de bağımsızlıktan sonra oyuz yıl boyunca yöneten Habib Burgiba döneminden sitayişle bahsediliyor fakat daha sonraki dönemi diktatörlük olarak görüyorlar. Arap baharının burada sorunsuz geçmesinin bu anlayışın ürünü olduğunu düşünüyorlar. Fakat bugün etrafta ki seyyar satıcıların çokluğu trafiği sıkıştırdığını ve önceki dönemde onların olmadığını bundan dolayı trafik daha rahatmış.
Tipik Akdeniz ikliminin hâkim olduğu kuzey kısmından çöl ikliminin hâkimi olduğu güney kısmına geçince farklı bir manzara ortaya çıkar. Kuzeyde, zeytin ve türevleri meşhurken, güneyde “palmiyecilik” merkezli tarım yapılıyor. Zeytin ağacı sayısı 800.000 adet olduğu ve Bunların bazıları Roma dönemini de görmüş kabul edilir. Zeytinciliğin ticari tarihi Kartacalılar’a kadar uzanır. Akdeniz havzası ülkelerin en önemli ticari emtiasıydı. Tunus şehrindeki meşhur Zeytuni Camisinin ismi de, kullanılan kerestenin zeytin ağacından yapılmasından dolayıdır. Çok eskiye dayanan çömlek fırınları sıcaklığı korumak için toprağın altına kazınmıştı, fırınların saatler boyu ısıtabilmek için kalori değeri yüksek kabul edilen zeytin ağacı odunu kullanılırdı. Yağ sıkma tesisleri ise bütün Akdeniz deki Roma şehirlerinin klasik üretim sistemiydi.
Güneye çöl ikliminin etkili olduğu bölgede zeytinin yerini palmiye almış. Tunus hurması meşhurdur. Çöl palmiyelerinin meyveleri de buranın en kaliteli hurmasıdır. Palmiyelerin dalları çatı kaplanmasında, dallarından elde edilen ipler şapka yapımında, ağaçların gövdeleri ise taşıyıcı sütun olarak değerlendirilir. Nisan ile ekim arasında palmiyelere atılan çiziklere bağlanan testilerde günde 10 litreye kadar palmiye suyu toplanabilir. Tadı ananas suyuna benzer ve bölgede çok sevilir. Hurmalar, Sudanlı kölelerin soyundan gelen ve “hammasin” denilen insanlar tarafından toplanır. Hammasinler, palmiyelerin bellenmesi, sulanması, meyvelerin toplanması, bekçilik gibi tüm işleri yaparlar. Bütün hayatları vahalarda geçen bu insanlar, emeklerinin karşılığı olarak ürünün bir bölümünü alırlar.
Güney bölgesinde çölde tabii oluşmuş kenarları keskin “çöl gülü” diye adlandırılan şeyler var. Onlar belkide sahranın en ilginç gizemlerinden. Tunus’da bizi en çok şaşırtan şeylerden birisiydi. şeklinden dolayı gül diye adlandırılıyor. Aslında kum tanelerinden oluşan bir kristal yapı diye tarif ediliyor. Yüzeydeki suyun buharlaşmasından dolayı yeraltındaki su yüzeye yaklaşır. Su buharlaşırken içindeki mineraller kristalleşip çöl kumuyla karışıyor. Rüzgarda aşınmasıylada mevcut hali alıyormuş. İşin doğrusu ben bu izahı tam kavrayamadım. Ama çölde kumların arasında etrafındakilere hiç benzemeyen yapıda çok sert ve ağır kristal yapılar bunlar.
08.12.2014, Avcılar – İstanbul
Nazmi Emin