
Ahilik
13. yüzyılda Anadolu’da gelişen ve bir süre sonra Osmanlı Devleti’nin kurulmasında önemli rol oynayan dini, siyasi ve iktisadi bir teşkilât.[1]
Ahilik, Arapça “kardeşim” manasındaki ahi kelimesinden gelmiş olabileceği gibi, “Divan-ı Lügat-ı Türk “de geçen “akı” dan (cömert) türetildiğini ileri sürenler de vardır. Bu teşkilâtın Anadolu’da kurulmasında fütüvvet teşkilâtının büyük tesiri vardı.[2]
Fütüvvet, Gençlik, kahramanlık, cömertlik anlamına gelir. Fütüvvetname ise, fütüvvet’i konu alan veya fütüvvetin adap ve erkanı hakkında bilgi veren metinlerin ortak adı. Anadolu’da Ahilik olarak bilinen fütüvvet hareketi, başlangıçta tasavvufî bir mahiyet taşırken 13. yüzyıldan itibaren sosyal, iktisadî ve siyasî yapılanmaya dönüştü.[3]
İslâm’ın ilk asrından itibaren görülmeye başlayan fütüvvet teşekkülleri içinde 9. yüzyıldan itibaren de esnaf birlikleri ortaya çıkmıştır. Başka bölgelerde mensuplarına civanmert, ayyar, feta gibi isimler verilen fütüvvet anlayışının, İslâm’ın yayılmasına paralel olarak Suriye, Irak, İran, Orta Asya, Endülüs, Kuzey Afrika ve Mısır’da esnaf ve sanatkârlar arasında yaygın olduğu bilinmektedir.[4]
Abbasi Halifesi Nasır Lidinillah (1180-1225), siyasi ve sosyal durumu gittikçe bozulan devletin otoritesinin yeniden kurulmasında ve sosyal huzurun sağlanmasında fütüvvet birliklerinin büyük bir güç olacağını düşünmüş ve bu teşekkülleri siyasî otoriteye bağlamada başarı sağlamıştır. Halife Nâsır fütüvvet birliklerini yeniden teşkilâtlandırırken fütüvvetnâmeler’de bu birliklerin ilke ve kaidelerini tanzim etmiş, diğer Müslüman hükümdarlara da elçi ve fermanlar gönderip kendilerini fütüvvet teşkilâtına girmeye davet etmiştir. Anadolu Selçuklu hükümdarlarından 1. İzzeddin Keykavus ve 1. Alaeddin Keykubad’ın da fütüvvet teşkilatına girmeleriyle Anadolu’da Ahiliğin kuruluşu tamamlanmıştır.[5]
Ahilik, Ahi Evran ismiyle anılmış (ö. 1262) çünkü Ahi Evran, bu kurumun gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Özellikle 1. Alaeddin Keykubad’ın büyük destek ve yardımıyla, bir taraftan tasavvufi düşünceye ve fütüvvet ilkelerine bağlı kalarak tekke ve zaviyelerde şeyh mürit ilişkilerini, diğer taraftan iş yerlerinde usta, kalfa ve çırak münasebetlerini ve buna bağlı olarak iktisadi hayatı düzenlemiştir.[6]
Anadolu’da hızla yayılan bu teşkilâtın mensupları, şehirlerde olduğu gibi köylerde ve uç bölgelerde de büyük nüfuza sahip olmuşlar. Anadolu’da bilhassa 13. yüzyılda devlet otoritesinin iyice zayıfladığı bir dönemde şehir hayatında yalnızca iktisadi değil, siyasi yönden de önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır. Ahiler, bağımsız siyasi bir güç olmamakla birlikte, zaman zaman merkezi otoritenin zayıfladığı, anarşi ve kargaşanın ortaya çıktığı dönemlerde siyasi ve asker güçlerini göstermişler ve önemli fonksiyonlar üstlenmişlerdir. Özellikle Moğol istilâsı sırasında Ahi birlikleri şehirlerin yönetimine mahalli otorite olarak hâkim olmuşlardır. Anadolu Selçukluların Moğollar ’a yenik düşmesinden sonra Tokat ve Sivas’ı ele geçiren Moğollar ’a karşı Kayseri’yi başarıyla savundukları bilinmektedir. Ayrıca Osmanlı’nın fetret döneminde[7] ki Düzmece Mustafa olayında Bursa’yı ona karşı savunmuşlardır.[8] Selçuklu devleti yıkılınca Ahiler 14. yüzyılda Ankara’da kısa süreli bir devlet kurdular. Daha sonrada bu şehri kendisi de şed-kuşak kuşanmış bir Ahi babası olan 1. Murat’a teslim ettiler.[9]
Büyük şehirlerde çeşitli gruplar halinde teşkilatlanan Ahilerin her birinin müstakil bir zaviyesi vardı. Küçük şehirlerde ise muhtelif meslek grupları tek bir birlik teşkil edebiliyorlardı. Bu birlikler mesleklere ait problemleri halletmekte ve devlet ile olan münasebetleri düzenlemekte idiler. Mal ve kalite kontrolü, fiyat tespiti, bu birliklerin asli görevi idi. Bu dönemde, teşkilâta ilk defa girenlere “yiğit” veya “çırak” adı verilir, Ahilik daha sonra kazanılırdı. Esnaf birliklerinin başında şeyh, halife veya nakipler vardı, bütün esnafın en üst makamında ise “şeyhü’l-meşayih” bulunuyordu. Ayrıca mesleğin geleceği açısından çırakların yetiştirilmesine de çok büyük önem veriliyordu.[10]
Müşterisine düşük değerde, hileli mal satan bir Ahi esnafı önce uyarılır, aynı hata tekrarlanırsa, toplum ve uyarıcılar (mürşit, Yiğitbaşlar) önünde yargılanırdı. Dükkânı kapatılır, meslekten uzaklaştırılır, daha başka çeşit cezalar uygulanırdı. İşyeri kapama cezası verilen kişinin dükkânı kilitlenir ayağındaki pabuçları da dama atılırdı.[11]
Ahilik Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda da büyük rol oynadı. Âşıkpaşazade tarihinde, Osmanlı Devleti’nin kuruluşu sırasında faal rol oynayan dört zümre arasında Ahileri de zikreder.[12] Diğer guruplar, Abadalan-i Rum, Gaziyan-i Rum ve Baciyan-i Rum’dur.
İlk Osmanlı padişahlarının ve vezirlerinin çoğunun Ahi teşkilâtına mensup şeyhler olduğu, 1. Murad’ın şed kuşandığı ve teşkilâttan fetihlerde askeri bir güç olarak faydalanıldığı bilinmektedir. 14. yüzyıl ortalarında Orhan Gazi döneminde Anadolu’yu gezen ünlü seyyah İbn Battûta, Ahi birliklerinin şehir ve köylerde teşkilatlanan zanaat ve ziraat ehli zümreler olduğunu belirtir ve tasavvufî hayatla olan yakınlıklarına temas edip misafir olduğu Ahi zaviyelerinin isimlerini verir.[13]
Ahiliğe giriş, şerbet içmek, şed veya peştemal kuşanmak, şalvar giymekle gerçekleşmekteydi. Ahilik bünyesi içindeki esnaf birlikleri ustalar, kalfalar ve çıraklardan oluşuyordu. Çıraklıktan itibaren birlik içinde yükselmek için mesleki ehliyet ve liyakat şarttı. Çıraklar mesleği çok iyi öğrenmedikçe dükkân açamazlardı. Esnaf ve dükkân sayıları, iş aletleri ve tezgahlar sınırlandırıldığı gibi ihtiyaca göre mal üretimi de esastı. Osmanlı döneminde esnaf birliklerinin idare tarzına çok önem verilmişti. Sanat erbabı içinde en dürüst ve en çok saygıya değer olan, muhtemelen yaşça da önde bulunan bir üstat teşkilâtın reisi olup kendisine Ahi deniyordu. Bunların zanaat mensupları üzerinde bir şeyh gibi nüfuzu vardı. Ayrıca esnaf arasındaki düzeni sağlayan ve “yiğitbaşı” denilen bir ikinci reis bulunuyordu. Bir şehirde ne kadar esnaf teşekkülü varsa her birinin ayrı reisleri olup en büyüğüne ahi baba denirdi.
Ahi babalar, genellikle Kırşehir’deki Ahi Evran Tekkesi’ ne bağlı olan şeyhler ile bunların çeşitli illerdeki vekilleri idi.[14] Meşhur Şeyh Edebali de Ahi şeyhlerindendi. Orhan Gazi ise Ahi şeyhlerinin kullandığı “ihtiyârü’d-dîn” unvanını almıştı.[15]
13. yüzyılda Anadolu’da Ahilik teşkilâtının gelişme göstermesiyle birlikte Ahi fütüvvetnâmeleri ortaya çıktı. Bu nizamname-tüzüklerde, Ahiliğin esasları, ahlaki ve ticari kaideleri yazılı idi. Ancak bu tüzük-nizamnâmelerin kaynağının tasavvuf eserlerinde yer alan fütüvvete dair konular veya konuyla ilgili müstakil risalelerdi.[16]
Teşkilâta girecek kimse ilk önce bu kitaplarda belirtilen dini ve ahlaki emirlere uymak zorunda idi. Fütüvvetnamelere göre, teşkilat mensuplarında bulunması gereken vasıflar, vefa, doğruluk, emniyet, cömertlik, şefkat (kasaplar ve avcılar bu teşkilata alınmıyordu), tevazu, ihvana nasihat, onları doğru yola sevk etme, affedici olma ve tövbe idi. Şarap içme, zina, yalan, gıybet, hile gibi davranışlar ise meslekten atılmayı gerektiren sebeplerdi.[17]
Fütüvvetnameler, loncaların uyulması gereken kuralların, cengaverlik öykülerine benzer derlemelerinden oluşur. Destan edebiyatı fütüvvet amaçlarını yaymada başlıca araçtır.[18] Ahilik kurumu çerçevesinde Anadolu’da kaleme alınan Türkçe fütüvvetnameler de var. Bilindiği kadarıyla bunların ilki, Yahyâ b. Halil b. Çoban el-Burgazi’nin tahminen 13. yüzyılda yazdığı Fütüvvetname’dir. Bir diğeri ise Şeyh Seyyid Hüseyin Gaybi’nin 15. yüzyılda yazdığı Fütüvvetnâme’dir.[19]
15. yüzyıl öncesi devlet Ahi zaviyelerine yardım ediyor, onlarda gelip geçen yolcuları zaviyelerinde misafir ediyordu. 15.yüzyılda Osmanlı merkezi yönetimi güçlendikçe askeri güçleri olan Ahiler istenmez duruma geldiler. Zaviyelerine yardım edilmediği gibi siyasi güçleri de bitti. Özellikle Fâtih devrinden itibaren Ahilik siyasi bir güç olmaktan çıkarak esnaf birliklerinin idari işlerini düzenleyen bir teşkilât halini aldı.[20] Ahiler’in gazilik ve sufilik yönleri kalmayınca, onlarda diğer batıni derviş gurupları (Rum Abdalları vb.) gibi çoğunlukla Bektaşilerle karışarak ortadan çekilmiş olmalılar.[21] Ahilik, loncalar[22] olarak yanı esnaf organizasyonu şeklinde 20. yüzyılın başına kadar devam etti.
Özetle, Ahilik olarak bilinen bu Fütüvvet hareketi, başlangıçta tasavvufî bir mahiyet taşırken 13. yüzyıldan itibaren sosyal, iktisadî ve siyasî yapılanmaya dönüştü. Bu yapılanmanın içinde ilk dönemlerinde bazı Anadolu Selçuklu ve Osmanlı hükümdarları, vezirleri de bulundu.
Anadolu’da hızla yayılan bu teşkilâtın mensupları, şehirlerde olduğu gibi köylerde ve uç bölgelerde de büyük nüfuza sahip olmuşlar, Anadolu’da bilhassa 13. yüzyılda devlet otoritesinin iyice zayıfladığı bir dönemde şehir hayatında yalnızca iktisadi değil, siyasi yönden de önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır. Ahilerin zaviyelerinde gelen geçen yolcular misafir edilirdi ve buralarda sufi hayat hakimdi. Ahilerin uyması gereken kural ve kaidelerin yazıldığı fütüvvetnameler tasavvufi eserlerdi ve onlar için ideal insan modeli Hz. Ali olup, “la feta illa Ali, la seyfe illa Zülfikar” ifadesi Ahilik geleneğinin sloganı-özdeyişidir. Aslında Ahiler bir medeniyet inşa eden meslek erbaplarının sufi ilkeler etrafında harmanlanmasıydı. 15. yüzyıl ortalarından itibaren bu harmanlanmış topluluğun sadece esnaf kısmı 20. yüzyılın başına kadar devam etti.
Orta Çağ Anadolu’sunda Sünnilik, Alevilik ve Ahiler ‘in İslam Anlayışı
Burada konu edilen Alevilik, Batini Şiilik veya başka bir ifadeyle tasavvuf eksenli Şiilik olup, bu yapılara, Anadolu Aleviliği ve Bektaşiliği örnek verebiliriz. Bugünkü İran’daki fıkıh merkezli ve tasavvufu büyük ölçüde reddeden 12 İmam Şia’sı konumuz dışındadır.
Cemal Kafadar “iki dünya aresinda” adlı eserinde, geç dönem Orta Çağ Anadolu’sunun dini anlayışını katı bir Sünni Alevi ayrımı üzerinden ve kesin bir mezhep kategorileriyle tanımlamanın yetersiz ve sorunlu olduğunun altını çizer. Yazar’a göre 11. Ve 15. Yüzyıllar arasında Anadolu’da ve Balkanların uç bölgelerindeki dini hayat, bugünkü Sünnilik tarzı fıkıh merkezli yapıların, topluma dayatılmadığını gösteriyor.[23]
Y. Soyyer’e göre, Fatih döneminden önce Alevi Sünni ayırımı yok, tekke medrese ayırımı var. Ancak 15. Yüzyılın ikinci yarısı itibariyle bu ayırım başlıyor.[24]
Moğol istilasından sonra ilginç bir Ali merkezli Sünnilik ortaya çıkıyor, üç halifeyi reddetmiyor ama Ali’yi yüceltiyor. Bu sufilik içinde Batıni Şiilik ve Sünniliğin karıştığı gri alan var. 15. yüzyıl sonu itibarıyla Safevi hareketinin etkisine giren bu gri alandaki guruplar, koyu Alevi bir çizgiye çekiliyor. Mesela eski belgelerde üç halife ismi var ama bu dönem ve sonrasında bu isimlerin üzerleri çiziliyor ve Ehli Beyt ekleniyor.[25]
Orta Çağ Anadolu’sunda nasıl bir İslam anlayışı olduğu konusunda maktel literatürü önemlidir. Anadolu’da bilinen en eski maktel 1362 yılında yazıldı ve daha sonraki maktel edebiyatına model oluşturdu. Maktel metinleri, Kerbela destanının yazıya aktarılmış şeklidir. Bu metinler muharrem ayının ilk on gününde okunup icra edilmek için hazırlanmıştır.[26]
Maktellerde geçen “Sünni-Harici” şeklindeki iki kutuplu İslam anlayışında Sünnilik, Hz. Peygamber ve Ehli Beyt dostlarını temsil eder. Sünniliğin karşısında Haricilik ise Hz. Peygamber ve Ehli Beyt düşmanları olarak kabul edilir ve onlara lanet edilir. Ahi Fütüvvetnameler’inde, Bektaş’ı kaynaklarında ve Kızılbaş Alevi çevrelerinde yazılmış eserlerde bu iki kutupluluk ve aynı terminoloji hâkim. Ancak daha sonra Sünnilik ifadesi terk edilmiş onun yerine “mümin” ve “hanedan dostu” gibi ifadeler kullanılmaya başlanmış.[27]
Makteller, 14. yüzyıl Anadolu’sunda Sünni-Alevi ayrışması olmadığına işaret etmektedir. Dönemin kaynakları dikkate alındığında, Beylikler döneminde Anadolu halkı kendilerini Şii görmedikleri anlaşılmaktadır. Ehl-i Sünnet ve 12 İmam Şia’sı ekseninde Anadolu halkı kendilerini birinci gurupta görmektedir. Ama burada Sünnilikte kasıt bugünkü klasik manasının göre daha yoğun bir Alevi muhtevaya sahiptir.
Maktellerde Ömer ve Osman üzerinde kamplaşmalar ana unsur değildir. Anlatının genel kurgusunda bu iki halife önemli bir yere sahip olmamakla beraber onlar Sünniler yanı makbul Müslümanlar arasında görülmektedir. Özetle maktellerde 12 İmam Şia’sının temel doktrini olan imamet meselesine bu eserlerde en ufak ima bile yok.[28]
13.yüzyıl Anadolu’sunun büyük bir ayaklanması olan “Babailer Hareketi”, Hem Kızılbaş Aleviliğin hem de Bektaşiliğin nüvesini oluşturmaktadır. İşte bu hareketin başında bulunan Baba İlyas’ın oğlunun ismi Ömer, Halifelerinden birisinin ismi de Osman idi.[29]
13. ve 14. Yüzyıl Anadolu’sunda yaşayan “Sünnilik” bulundukları zaman ve sosyal çevrenin etkisiyle gevşek bir yapıda idi. Bu yapı fıkıh merkezli İslam için uygun bir zemin olmayıp, fıkıhtan çok Ehl-i Beyt ve Kerbela kültürü ile yoğrulmuş tasavvufi Sünniliğe uygundu.[30]
Ahiler kendilerini Sünni olarak görüyorlardı. 14. Yüzyılda Anadolu’yu dolaşan ve dolaşırken de Ahi zaviyelerine uğrayan meşhur seyyah İbn Battuta’nın yazdıkları da bu tarzdı. Mesela kendisi de Sünni olan Battuta’nın Bursa’da Muharrem yası ve aşure toplantısında bulunmuş ve bunu da övünerek anlatmıştır. Ancak bu uygulamalar sonradan hoş karşılanmıyor. Aşık Çelebi’nin beyanıyla 16. yüzyıl Bursa’sında “Maktel Hüseyin” okunması men ediliyor.[31]
İbn Batuta, Anadolu gezisi sırasında Ahilerin misafirperverliğini ve onların toplantılarında musikiye ve raksa yer verdiklerini ve destan kahramanlarının hayat hikayelerini dinlediklerini anlatmaktadır.[32] Hatta Faslı seyyahın şaşkınlıkla anlattığı bir hikâyeye göre; Kırım’a gitmek için Sinop’a gelir ve orada iki gurubun kavgasına rastlar. Kavganın sebebinin kendisini misafir etmek isteyen Ahi gurupların mücadelesi olduğunu öğrenir.[33]
Özetle şunu söyleyebiliriz ki 13-14. yüzyıl Anadolu’sunda 16. Yüzyıl ve sonrası Anadolu’sunda ki gibi Sünni Alevi ayrımı yok. Orta Çağ’da görülen bu gevşek dokulu Sünnilik daha sonraki karşımıza çıkan fıkıh merkezli Sünnilik ‘ten farklı olup bugünkü Alevi inancına ait pek çok şeyi barındırıyordu. Buradaki Alevi inancının esasını, Hz. Ali’nin ideal bir kahraman ve veli olarak benimsenmesi, Ehl-i Beyt’e karşı tasavvufi bir sevgi ve de Kerbela kültürü oluşturmaktadır.İştebu özellikleri en iyi yansıtan Ahiler kendilerini Sünni olarak görüyorlardı. Ama burada Sünnilikte kasıt bugünkü klasik manasına göre daha yoğun bir Alevi muhtevaya sahipti.
Ahiliğin Alevi ve Bektaşiliğe Etkisi
Anadolu’da 13.yüzyılda ortaya çıkan Ahilik, 14. yüzyılda belli ağırlık kazandı ve 15.yüzyıl ortasından veya 16. yüzyıldan itibaren sadece esnaf loncaları olarak devam ettiler. Yönetimler güçlendikçe, siyasi ve askeri gücüde olan Ahiler istenmez duruma geldiler ve diğer batıni derviş kümeleri gibi Bektaşilerle karışarak ortadan çekildiler.[34]
15.yüzyılda yazılan Velayetname-i Hacı Bektaş-ı Veli’de, dericiler loncasının ve bütün Ahiler ‘in piri Ahi Evran ve 14. yüzyılda kaleme alınan Menakıb-ı Kudsiyye’ye göre de önemli bir Ahi şeyhi olan Şeyh Edebali, Hacı Bektaş-ı Veli’nın dostlarıdır.[35]
Ahilerin ve Bektaşilerin yola giriş törenlerinde benzerlikler vardır. Ahi törenlerine yeni giren, saçları kazınarak beyaz keçeden taç (börk) giyer, kuşak kuşanır, içmesi için şerbet, herkesin sıra ile yudumladığı bir tas tuzlu su verilir ve şalvar giyilir. Bektaşilerde de taç, kuşak ve sıra ile içilen şerbet bulunmaktadır. Fakat Ahiler ‘deki şalvarın yerini burada hırka almaktadır. Hacı Bektaş-ı Veli Velayetname ‘sine göre de tarikata yeni girenin saçları kazınır.[36]
Alevi ve Bektaşiler ‘de meslek loncalarının piri Salman-ı Farisi’ye saygı Ahiler ‘den geliyor olmalı. Geleneğe göre Selman-ı Farisi Ahiler ‘in dördüncü piri olduğu gibi Alevi ve Bektaşi menkıbelerinde ve nefeslerinde adı geçer. Özellikle de ayın-i cemlerde Selman-ı Farisi adı, Alevilik ve Bektaşilikle kenetlenir. Ayin-i cem, Kırklar Meclisinin[i] yeryüzünde yeniden canlandırılışı olarak görülür. Selman-ı Farisi burada önemli bir figürdür.[37]
Alevi ve Bektaşilik ‘deki on iki hizmetten birisi olan “ferraş-süpürgeci” lik, cemevinin temizliğinden sorumlu olup, cem-ayini sırasında temsili olarak süpürgeyle gelir ve meydana süpürge atar. Aynı uygulama Ahilikte ‘de var. Ahiliğe giriş töreninde şed-kuşak kuşanmadan önce ferraş gelir ve temsilen meydana süpürge atar.[38]
Kızılbaş Aleviler ‘de çok önemli sayılan ama Bektaşilik ‘de (babagan kolu) olmayan “Musahip veya Ahiret Kardeşliği”; aralarında kan bağı bulunmayan iki kişi arasında törenle kutsallaştırılmış din kardeşliği bağı olarak tanımlanabilir. Musahiplik adeti Ahi loncaları yoluyla dini bir törene dönüştü. Tüccar ve zanaat loncalarında her tacirin bir ortak ya da kardeşi bulunmaktaydı.[39] Hem Ahiler hem de Aleviler bu kardeşliğe referans olarak “Gadir-i Hum”[ii] hadisesinde Hz. Peygamber ile Hz. Ali’nin kardeş olmasını gösterirler.
Hacı Bektaş’ın türbesi, geleneğe göre 14.yüzyılda 1. Murat zamanında yapılmış. Kiler evinin kapısı üzerinde mermere oyulmuş bir kitabeye göre bu yapı, “Emir Ahi Dede” tarafından (1375-1376) yapıldı. Melikoff’a göre bu kitabeden dolayı bu yapı Ahiler ’e ait olmalı ve onların sahneden çekilmesiyle Bektaşiler ‘in eline geçmiştir.[40]
Bektaşi Dede Babası Bedri Noyan’a göre, sonradan Bektaşilik ‘de erimiş olan Ahilik’te sıkı bir disiplin vardı. Bir Türk şövalyeliği olan esnaf kuruluşu bir yiğitlik, yüce gönüllülük yolu idi. İyi ahlak doğruluk büyük bir esas idi. Müşterisine düşük değerde, hileli mal satan bir Ahi esnafı toplum ve uyarıcılar (mürşit, Yiğitbaşlar) önünde yargılanırdı. Dükkânı kapatılır, meslekten uzaklaştırılır ve daha başka çeşit cezalar uygulanırdı. İşyeri kapama cezası verilen kişinin dükkânı kilitlenir ayağındaki pabuçları da dama atılırdı. Alevi ve Bektaşilik ‘de de suç işleyenler, yoldan sapanlar “düşkün” ilan edilir ve bunlara uygulanacak cezayı o topluluğun onayı ile babalar, dedeler, mürşitler tarafından verilir. Bunlar, kendi aralarındaki anlaşmazlıklar için Ahiler gibi devlete ve mahkemelere başvurmazdı.[41]
Y. Soyyer’e göre, Yeniçeri törenleri Bektaşilikten değil de Ahilikten kalma veya Bektaşiliğe ‘de oradan geçti. Yeniçeri gülbanklarının[iii] (Şiirsel bir ahengi olan dua, yakarış ve söyleyişlere verilen genel isim) Hacı Bektaş ile başlatılması o devrin Alevi-İslam geleneğiydi.[42]
Ahiliğin yazılı kaynakları olan Fütüvvetnameler, Kızılbaş Aleviliğin ana yazılı kaynağı olan Buyruk’un yazım türüne en yakın olanlardır.[43] Bu metinlerin içerikleri karşılaştırıldığında özellikle cem ayini, ikrar ayini, gülbank, örgütlenme yapısı, efsaneler ve Ehl-i Beyt merkezli sufi yorumu bakımında uyum vardır. Buyruk’ta ve Bektaşi geleneklerinde sıkça zikredilen “la feta illa Ali, la seyfe illa Zülfikar-Ali gibi yiğit, zülfükar gibi kılıç yoktur” ifadesi Ahilik geleneğinin sloganı-özdeyişidir.[44]
Alevi ve Bektaşi kaynaklarında geçen bazı menkıbelerin izleri fütüvvetnameler’de var. Buradan şunu çıkarabiliriz ki, bu yazılı metinlerde karşımıza çıkan menkıbeler, Alevi ve Bektaşi geleneği tarafından icat edilmediği, köklerinin daha eskilere gittiği ve bu menkıbelerin Orta Çağ Anadolu’sunda Ahiler tarafından bilinmesidir. 13. ve 14. yüz yıllarda Ahiliğin temsil ettiği dindarlık biçiminin Alevi ve Bektaşi sufiliğinin önemli kaynaklarından birisi olmalı. R. Yıldırım’a göre Ahiliğin sönüşü ile Kızılbaşlığın ortaya çıkışı aynı döneme (15. yüzyılın ikinci yarısı) rastlar.[45]
Alevi ve Bektaşi geleneğinin en önemli menkıbelerinden “Kırklar Meclisi”, belli farklar olsa da 14. Yüzyılda yazılan el- Burgazi’nin fütüvvetname’sinde olması, bu menkıbenin o dönemde Ahiler arasında bilindiğini gösterir.[46] Yine Alevi ve Bektaşi sufiliğinin teolojik bakımdan ana referanslarından biri olan “Gadir-i Hum Menkibesi”, aynıyla ibn Gaybi tarafından 1451-1481 yılları arasında yazılmış fütüvvetname’de de geçiyor. Gadir Hum, Şia ve Sunni dünyasında bilinen bir olay ama Alevi ve Bektaşi geleneğinde yer alan versiyonu fütüvvetname’deki gibi kendine has özelliklere sahiptir. İşte ibn Gaybi’nin fütüvvetname’si, Gadir Hum’un bu versiyonunun bilinen ilk metin olup, daha sonraki yazılan Alevi ve Bektaşi metinlerine model olmalı.[47]
Bütün bunların değerlendirmesi altında şunu söyleyebiliriz ki, 13. ve 14. yüz yıllarda Ahiliğin temsil ettiği dindarlık biçimi, Alevi ve Bektaşi sufiliğinin önemli kaynaklarından birisi olmalı.
14.07.2021. İstanbul
Nazmi EMİN
[1] Ziya Kazancı, DİA Ahilik Maddesi, TDV 1. Cilt, İstanbul 1988.
[2] Haşım Şahin- Kazım Ceylan, Ahilik Teşkilatı, Habertürk Tv Öteki Gündem programı, 19.01.2016.
[3] A. Yaşar Ocak, DİA Fütüvvetname maddesi, TDV 13. Cilt, İstanbul 1996.
[4] Ziya Kazancı, DİA Ahilik Maddesi, TDV 1. Cilt, İstanbul 1988.
[5] Haşim Şahin- Kazım Ceylan, Ahilik Teşkilatı, Habertürk Tv Öteki Gündem programı, 19.01.2016.
[6] Ziya Kazancı, DİA Ahilik Maddesi, TDV 1. Cilt, İstanbul 1988.
[7] Fetret devri; Ankara Savaşı’ndan sonra Yıldırım Bayezid’in oğullarının birbirleriyle saltanat mücadelesi yaptıkları dönem (1402-1413).
[8] Ziya Kazancı, DİA Ahilik Maddesi, TDV 1. Cilt, İstanbul 1988.
[9] İrene Melikoff, Uyur İdik Uyardılar.
[10] Ziya Kazancı, DİA Ahilik Maddesi, TDV 1.Cilt, İstanbul 1988.
[11] Bedri Noyan, Bektaşilik Alevilik Nedir, Ant/Can Yayınları, 3. baskı İstanbul 1995.
[12] Haz. Cemil çiftçi, Aşıkpaşzade Tarihi, Mostar 3.baskı, İstanbul 2015.
[13] Ziya Kazancı, DİA Ahilik Maddesi, TDV 1. Cilt, İstanbul 1988.
[14] Ziya Kazancı, DİA Ahilik Maddesi, TDV 1. Cilt, İstanbul 1988.
[15] Haşım Şahin- Kazım Ceylan, Ahilik Teşkilatı, Habertürk Tv Öteki Gündem programı, 19.01.2016.
[16] A. Yaşar Ocak, Fütüvvetname maddesi, TDV 13. Cilt, İstanbul 1996.
[17] Ziya Kazancı, DİA Ahilik Maddesi, TDV 1. Cilt, İstanbul 1988.
[18] İrene Melikoff, Hacı Bektaş Efsaneden Gerçeğe.
[19] A. Yaşar Ocak, Fütüvvetname maddesi, TDV 13. Cilt, İstanbul 1996.
[20] Ziya Kazancı, DİA Ahilik Maddesi, TDV 1. Cilt, İstanbul 1988.
[21] İrene Melikoff, Hacı Bektaş Efsaneden Gerçeğe.
[22] Loncalar; aynı bölgede yaşayan esnaf ve zanaatkarların örgütlenerek kurduğu meslek organizasyonu.
[23] A. Karakaya-Stump, Vefailik, Bektaşilik, Kızılbaşlık.
[24] Dr. Yılmaz Soyyer, 19. yüzyılda Bektaşilik ve Bektaşiler,
[25] A. Karakaya Stump, Aleviliğin Tarihsel Şekillenişi, ARTI TV, 24.11.2019.
[26] Bektaşiliğin Doğuşu, Rıza Yıldırım.
[27] Bektaşiliğin Doğuşu, Rıza Yıldırım.
[28] Rıza Yıldırım, Bektaşiliğin Doğuşu.
[29] İrene Melikoff, Uyur İdik Uyardılar.
[30] Rıza Yıldırım, Bektaşiliğin Doğuşu.
[31] Rıza Yıldırım, Bektaşiliğin Doğuşu.
[32] İrene Melikoff, Hacı Bektaş Efsaneden Gerçeğe.
[33] M. Fatih Köksal, Fütüvvetname ve Ahilik Teşkilatı, Mürekkep Damlaları 7. Bölüm, Vov Tv 27.05.2021.
[34] İrene Melikoff, Hacı Bektaş Efsaneden Gerçeğe.
[35] İrene Melikoff, Hacı Bektaş Efsaneden Gerçeğe.
[36] İrene Melikoff, Hacı Bektaş Efsaneden Gerçeğe.
[37] İrene Melikoff, Uyur İdik Uyardılar.
[38] M. Fatih Köksal, Fütüvvetname ve Ahilik Teşkilatı, Mürekkep Damlaları 7. Bölüm, Vov Tv 27.05.2021.
[39] İrene Melikoff, Hacı Bektaş Efsaneden Gerçeğe
[40] İrene Melikoff, Hacı Bektaş Efsaneden Gerçeğe.
[41] Bedri Noyan, Bektaşilik Alevilik Nedir, Ant/Can Yayınları, 3. baskı İstanbul 1995.
[42] Yılmaz Soyyer, 19. yüzyılda Bektaşilik ve Bektaşiler.
[43] Doğan Kaplan, Yazılı Kaynaklara göre Alevilik.
[44] Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya.
[45] Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya.
[46] Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya.
[47] Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya.
[i] Kırklar Meclisi; Hz. Muhammet Miraçtan dönerken bir meclise gelir, “ben peygamberim der; İçeriden: Bizim aramıza peygamber sığmaz” diye cevap gelir. Bu birkaç kez tekrarlandıktan sonra, “fakirlerin hizmetkarıyım” dediği zaman bu meclise kabul edilir. Hz. Muhammed, “Size kimler denir?” der. “Bize Kırklar denir” diye cevap alır. “Peki sizin ulunuz, büyüğünüz, küçüğünüz kim” diye sorar. “Bizim küçüğümüz, büyüğümüz yoktur. Küçüğümüz de uludur, büyüğümüz de uludur. Birimiz kırkımız, kırkımız birimizdir” denir. Bunun üstüne Hz. Muhammet meclisten bunu kanıtlamalarını ister. O sırada Hz. Ali kolunu uzatır, bıçağın ucu ile kolunu hafif kanatır ve kolundan bir damla kan akar. Onu, her canın kolundan birer damla kanın gelmesi izler. Sonra Ali kolunu bağlar, hepsinin kanaması durur. Selman-ı Farisi dışardan bir üzüm tanesiyle gelir. Hz. Peygamber üzümü sıkar ve herkes ondan içer. Büyük bir coşku ile hep beraber semaha kalkılır. Dönülürken Hz. Muhammet’in başından sarığı düşer ve kırk parçaya bölünür. Kırklar bu parçaları bellerine bağlarlar ve kemerbest olurlar. İşte Alevi ve Bektaşiler ‘in yaptığı cem ayini, bu Kırklar Meclisinin davamı kabul edilir.
[ii] Gadir Hum Menkıbesi; genel olarak bütün Şii gurupların inancına göre, Hz. Peygamberin Veda Hacı dönüşünde Mekke ve Medine arasında bir yer olan Gadir Hum’da Hz. Ali’yi kendisinden sonra gelecek halife tayin etmiştir. Alevilik ve Bektaşilik gibi Batını Şii gurupların anlatımında ise konuya ilave detaylar gelmiştir. Buna göre Hz. Peygamber ile Hz. Ali bir gömleğin içine girerek tek vücut iki baş olmuş. Etraftakilerin itirazları üzerine aynı gömlek içinde tek vücut tek baş olmuşlar. Hz. Peygamber; Ya Ali, “Etin Benim Etim, Kanın Benim Kanım, Cismin Benim Cismim, Ruhun Benim Ruhumdur” demiş.
[iii] Yeniçeri Gülbank-ı: Bismişah, Allah, Allah! /Baş üryan, sine püryan kılıç al kan. /Bu meydanda nice başlar kesilir, hiç olmaz soran. /Eyvallah, Eyvallah! /Kahrımız, kılıcımız düşmana ziyan. /Kulluğumuz, padişaha ayan. /üçler, yediler, kırklar… /Nur-u Nebi, Kerem-i Ali /Gülbang-i Muhammedî /Pirimiz, Hünkarımız, Kutbu’l arifin Hacı Bektaş-ı Veli. /Dem-ü devranına “Hu” diyelim, /Hu!