Makaleler

Çay ve Tea’nin Hikayesi

2014’te ilk Fas seyahatim sırasında dolaştığım şehirlerde adım başı çay- kahvehaneler gördüm ve genellikle de buralarda “nane çayı” içiliyor. Fas’ta çay, ülkemizde olduğu gibi milli içecek. Nane çayı, yeşil çayın içine taze nane yaprakları atılmasından ibaret. Fes şehrinin yakınlarında kendisi de bir Berberi olan rehberimle, yaşlı bir Berberi teyzenin mağaradan dönme evine gittik. 80-84 yaşlarındaki teyzemiz bize bahçesinden topladığı taze nanelerle nane çayı yaptı.

Fas Atlas Dağlarında Nane çayı
Fas Atlas Dağlarında Nane çayı

Köpük yapsın diye de demliği yüksekten fincana döktü. Nane çayını Tunus’ta ve az da olsa Mısır’da tatmıştım. Arap ülkelerinde ona “shay’i Mağribi” derler. Hoş bir tadı ve ferahlatıcı tesiri de var; o bölgenin sıcak iklimine iyi geliyor. O zaman çay bana, uluslararası ortak bir muhabbet dili gibi geldi.

Faslılar, Mısır ve diğer Araplar gibi “shay” diyorlar. Bizim çay telaffuzundan biraz farklı ama her gittiğim yerde çay deyince anlıyorlar. Fas’ta dolaşırken daha önce gittiğim yerler hatırıma geldi. İlk yurtdışı seyahatim 1994’te Rusya’nın büyülü şehri San Petersburg’aydı; orada da “chay” deniyordu ve bizim telaffuza çok yakındı. O zaman onların da çay demesini bize çayın o bölgeden gelmesine bağlamıştım. Yine doksanların sonlarına doğru uzak Asya ülkesi Tayland’a gitmiştim, orada da “cha” tarzı bir şey söyleniyor. İki binli yılların başlarında Hindistan’a gittim, orada da “chai” deniyor. 2010’lu yılların başlarında yoğun Çin seyahatimiz oldu ve orada da “cha” deniyor. Aynı zamanda Çin çayın da ana vatanı. Çin’de çay, efsaneleri de sayarsak beş bin yıllık bir tarihe sahip. Hatta “çay kültür tarihi” yazarı Stephan Reimertz’in artistik üslubuyla ifade edersek “İlk çay içildiğinde ufukta ne Musa ne de öteki peygamberler vardı.”

Çay bütün dünyaya Çin’den yayıldı. Bizim dolaştığımız Bütün Asya ve Kuzey Afrika ülkelerinde ona çok az bir telaffuz farkıyla çay deniyor. Bununla beraber neden Batı Avrupa ülkeleri ve onların sömürgelerinde “tea-thee” deniyor? Halbuki onlar da çayı 17. yüzyılın başlarından itibaren Çin’den getirdiler.

Çay hakkında bir yazı kalem almayı düşündüm ve ileride gündeme geldiğinde hazır bilgi olur diye bilgiler toparlayıp bir dosya yaptım. Yaklaşık bir hafta önce Instagram’da “vikimaps” adlı kullanıcının çay haritasına rastladım. Tam da benim 2014’ten beri kafamda olan şey, haritada net ve veciz bir şekilde ortaya konmuş; “Karadan gitmişse çay, denizden gitmişse te”. Daha önce çay telaffuz haritası gördüm ama buradaki kadar özlü anlatmıyordu.  Bununla beraber bu haritada da ufak tefek hatalar var. Mesela Portekizcede de cha deniyor. Halbuki deniz yoluyla Çin’e ilk onlar gitmişti ve çayla tanışmıştı. Bu bilgiler ışığında biz de bu haritayı yeniden düzenledik.

Çay Telaffuz Haritası
Çay Telaffuz Haritası

Antik çağda Çinliler genel itibarı ile “Sarı Nehir” (Huangh-ho) ve civarındaki bölgelerde meskûn idi. İmparatorluk Çin’i M.Ö. 3. yüzyılda “Yangtze Nehri”nin güneyine yani bugünkü Güneybatı Çin’e de hâkim oldular. Bu bölgenin halkları kuzeyden gelen köylülerin yaşantılarını benimseyip yavaş yavaş Çinlilere benzediler. İşte çayın ana vatanı da bu Güneydoğu Çin ve civarıdır.

 Çayın farklı dillerde farklı okunmasının sebebi Çincede çaya ismini veren karakterin “cha” ve “te” diye iki farklı okunuşundan kaynaklanıyor. Çay, bugün standart Çince olarak tanımlanan ve özellikle başkent Pekin ve kuzey bölgelerinde kullanılan Mandarin Çincesinde “cha” olarak telaffuz edilmektedir. Çin’deki birçok yerel aksan ve dillerde de “cha” olarak kullanılan bu büyülü içecek, yalnızca Çin’in güneydoğusunda yer alan Minnan’da (bugünkü Fujian Eyaleti), “te” şeklinde telaffuz edilmekte.

Şimdi gelelim Portekiz hariç Batı Avrupa’nın ve onların sömürgelerinin “tea-thee” deyip diğer bütün Asya, Balkanlar ve Kuzey Afrika’nın “çay” demesine. Çin’e ilk gelenler Portekizliler ama onlar Kanton (bugünkü Hongonk’un yanındaki eyalet) bölgesine geldiği için orada cha deniyordu. Portekizlilerden sonra Çin’e Hollandalılar geldi ve 17. yüzyılın başlarında ilk çay sevkiyatını Avrupa’ya onlar yaptı. İşte bu Hollandalıların geldiği yer Minnan bölgesiydi. Hollandalılardan sonra o bölgeye İngilizler de geldi. İngilizler sayesinde Hindistan ve Seylan adasına çay ekildi.  İngilizlerin dünya hakimiyetinden dolayı, sömürgesi olan ülkelerde de “tea” diye telaffuz edildi.

Çin deyince aklımıza gelen bir başka şey de İpek Yolu diye adlandırılan, eskiden kara ticaretinin yapıldığı güzergâhtır. Çinliler M.Ö. 2. yüzyılda Hunlara karşı müttefik bulmak amacıyla batıya yönelmişlerdi. İşte bu dünya tarihini değiştirecek bir ticaret yolunun açılmasına sebep oldu. Dünyanın doğusuyla batısı birbirinde haberdar olmuş oldu. Aslında bu güzergâhtan sadece ipek gelmemiştir. Çin’in batısına olan bütün ihracatı buradan gerçekleşmişti.

İpek Yolu üçe ayrılır:

1. Orta Asya ve İran platosu üzerinden Doğu Akdeniz’e giden yol.

2. Hindistan’dan Hint okyanusuna ve oradan Basra Körfezi ve Kızıl Deniz’e giden yol.

3. Kuzey yolu veya bozkır yolu olarak bilinen yol ki, buradan kürk de taşındığından “kürk yolu” da denir.

İşte Çin çayı bu yol vasıtasıyla bütün Orta ve Batı Asya, Orta Doğu, Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerine geldi. Bundan dolayı bu ülkelerde çay, “cha-shay” gibi telaffuz ediliyor.

Çay sudan sonra herhalde dünyada en çok tüketilen sıvı. Tiryakilik yapan ve muhtemelen de zararı az olan bir madde. Benim tanıdığım çay tiryakisi insanlar var, yurtdışına giderken ÇAYKUR’un bazı çaylarını yanlarında götürüyorlar çünkü dışarıdaki çaylardan zevk alamıyorlarmış. İstanbul’da evi olan İranlı arkadaşım da İstanbul’a gelirken İran’dan içecekleri çayı getiriyordu. Bizim güneydoğuda insanlar kaçak çaya alıştığından onlar da burada üretilen çayı değil de kaçak çay diye adlandırılan Seylan çayını tercih ediyorlar.  Sanki güneydoğunun çay zevki diğer bölgelerden daha iyi. Çünkü Karadeniz ve batı bölgelerinde kaçak çaya alışan bazı arkadaşların hep o çayı tercih ettiğini biliyorum.

Özel fabrikalar 1980 sonrası kurulduğundan onun öncesindeki yıllarda çay üretimi Türkiye’de bugünkü gibi fazla değildi. Muhtemelen bunun da etkisiyle Suriye ve Irak’tan kaçak yollarla gelen Seylan çayı revaçtaydı. İki-üç yıl önce Urfalı bir dostum anlatmıştı, 1960-70’li yıllarda Urfa’da kaçak çay imalatı yapılıyormuş. Kahvehanelerde kullanılmış çaylar tenekelere doldurulup toplanıyor ve damlarda bezlerin üstüne konarak kurutuluyordu. Mezbahadan alınan kan, barut, kök boya ve kullanılmış çay karıştırılarak hakiki tavşan kanı çay üretiliyormuş.  

Aslında ben öyle çay tiryakisi sayılmam ama Mısır’daki on günlük hapis hayatımda en çok çayı ve yürümeyi özlemiştim. Belli ki birçok insanın hayatına anlam katıyor. Önce Çin, sonra Japonya ve daha sonra da diğer ülkelerde özellikle de İngiltere’de yeni bir hayat tarzı oluşturdu. “Çay ve Zen” kitabının yazarı Okakura Kakuzo şöyle der: “Ne garip ki insanlık uzun zamandan beri çay fincanında buluşmaktadır. Çay evrensel saygıya hükmeden Asya kökenli tek seremonidir. Beyaz adam bizim dinimiz ve maneviyat-tinselliğimizle alay etmesine rağmen bu kahverengi içeceği tereddütsüz kabul etmiştir.”

Çay önceleri ilaç ve ritüel içeceği olarak işlev görmüş, sonrasında ise insanların hoşuna gitmeye başlayınca da bir içecek olarak Çin’in her tarafına yayılmış. 9. yüzyılın başlarında Çinli yazar Lu Yu, “Çay Klasikleri” kitabını yazdı. Çay uzun süre meditasyon yapmak için önemliydi. Aynı zamanda yüzyıllar boyunca, sanatçılara ilham kaynağı oldu, dinî tecrübeyi arttırdı ve fikirlerin paylaşılma biçimlerini derinden etkiledi. Sekizinci yüzyıldan önce aristokrat içki partisi, keşişlerin elit kültüre katılmalarını engellemişti. Çayla birlikte keşişler, edebiyatçılar ve filozoflar bu popüler uyarıcıda ortak bir zemin buldular.

Şair, Filozof, Keşiş ve Çay
Şair, Filozof, Keşiş ve Çay

Çayla ilgili okumalarımda onun, Budizm ve Taoizm[1]’le hep karşılaştırıldığını gördüm.  Bazı yerlerde çay seremonisinin gelişiminde Zen- Budizm[2]’inin çok büyük etkisi olduğunu ve toz hâline getirilen yeşil çayın ilk olarak Budist manastırlarında kullanıldığı iddia ediliyor. Saatler süren meditasyonları sırasında uyku halini engellemek için çayı kullanmışlar. Taocular, çayın ölümsüzlük iksirinin içindeki maddelerden biri olduğunu söyler. Barthold’un Türkistan adlı kitabında anlattığına göre, Cengiz Han Maveraünnehir’de iken Çin’den Taocu bir keşişi yanına çağırmış. 1222’de Semerkant’ta görüşmüşler ve sorduğu sorulardan keşişten ölümsüzlük iksirini almak istediği anlaşılıyor.

Stephan Reimertz’in aktardığına göre, Taoculuk araştırmacısı John Bloefeld, “Çayın ruhu Tao’nun ruhu gibidir.” tespitini yapıyor. Bazı manastırlarda çay içme ile ilgili ritüeller geliştirildi ve Çin’in kutsal manzarasının popüler ve elit düzeyde dönüşümüne yardımcı oldu. Kendi çaylarını yetiştiren manastırlara giden hacılar, çay kültürünün yayılmasında çok önemliydi. Bazı manastırlar büyük çay tarlalarına sahipti. Dokuzuncu yüzyılın sonunda çay, Çin ekonomisinde ve günlük hayatta önemli bir bileşen oldu.

Çin’e gidenler görmüştür çayın ne kadar özel bir yeri olduğunu. İş için gidenler de bilirler ki bazı yerlerde Çinliler misafirlerini çay sehpalarının olduğu özel masalarda karşılar ve misafirlerine çay yaparlar. Şahsen ben defalarca böyle manzarayla karşılaştım ve bütün iş görüşmelerimiz çay sehpasının etrafında oldu.

Çin’de çay barlar çok otantik mekânlardır. Orada müşterilere farklı çeşit çaylar tattırılır. Ben birisine gitmiştim ve çok küçük fincanlarda farklı çaylar tattırdılar.

Çin'de Bir Çay Mağazası
Çin’de Bir Çay Mağazası

Çay mağazaları ise başka yerlerde göremediğimiz şekilde çay ve ekipmanlar ile süslenmişler. Benin gittiğim yerlerde mağazanın büyüklüğüne göre bazen iki yüz çeşit çay bile bulunabiliyordu. Hatta çay çeşitleri kadar da demlik çeşitleri vardı. Okakura Kakuzo’ya göre dünyada içecek olarak kullanılan 1500 kadar çay çeşidi “camellia sinensis” denilen tek bir bitkiden elde edilmektedir.

06.01.2011, İstanbul

Nazmi Emin

Kaynakça:

-Ali İhsan Yitik, Taoculuk- DİA, TDV yayınları, İstanbul, 2011.

-Ahmet Taşağıl, Gökbörü’nün İzinden, Kronik Kitap, İstanbul, 2018.

-Büyük Larousse 6. cilt, Çin Maddesi, Milliyet Gazetesi, 1992.

-M. Muhammet Şerif, İslam düşünce tarihi cilt-1, İnsan yayınları, İstanbul, 1990.

-Okakura Kakuzo, Çay ve Zen, Maya Kitap, İstanbul, 2014.

-Stephan Reimertz, Çayın Kültür Tarihi, Dost Kitapevi Yayınları, Ankara, 2003.

-V.V. Barthold, Türkistan, Kronik Kitap, İstanbul, 2017.

*DİA, Diyanet İslam Ansiklopedisi.

[1] Taoculuk; Tabiatla uyum halinde olmayı, müdahaleden kaçınmayı, basitliği ve sadeliği savunan Çin menşeli düşünce ve inanç sistemidir. Bu tekniklerin temelindeki fikir, insan bedenin tümünü evrensel hayatın tümüne uydurma fikriydi. Taoizm, Budizm’in yayılışından önceki yerli Çin metafizik düşüncesinin temsilcisiydi. Taocular doğaya uyuma ve gizemine, Konfusyusçülük topluma uyuma önem vermişler.

[2]Zen Budizm’i; Basitçe Çin felsefesinin etkisinde kalan Hindistan menşeli Budist ekol. Zen’in kökeni Hindistan’daki Dhyana okuluna uzanıyor. Sanskritçe düşünme-meditasyon manasına gelen Dhyana’nın karşılığı Çince ‘de “tsan” karakteri ile ifade edilir. Bu karakter Japonca’ da Zen diye okunur. Zen’in temel özelliği kişinin kendi içsel süreçleriyle doğrudan ilişkiye geçmesidir. Herhangi bir imaja hatta Buda’ya dahi ibadet etmez.

2 Yorum

  1. Değişik, ilgi çekici bir yazı olmuş. Elinize, zihninize sağlık Nazmi abi. Hayatımıza dokunan bu tür yazıların devamını da bekliyorum sizden.

    Hayatımızda büyük yer edinmesine rağmen hakkında derli toplu araştırma yapılmamış sanırım.

    İnşallah Çaykur’un öncülüğünde çay sempozyumu düzenlenir de nasıl demlenmesi gerektiğinden faydası ve zararlı yönlerine, ülkemize gelişinden kültürümüzdeki yerine kadar her yönüyle incelenir değerlendirilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Language »