
Ölümden Sonraki Hayata Adanmış Bir Medeniyet
Antik Mısır’ı kısaca, ölümden sonraki hayata/ahirete adanmış bir medeniyet olarak tanımlayabiliriz. Antik Mısırlılar ölümden sonraki hayatın varlığına o kadar inanmışlardı ki mezarlarını dahi tanrılara adanan tapınaklar şeklinde inşa etmişlerdir. Antik Mısırlıların mezar duvarlarına çizdikleri hiyeroglifler ve yine mezar odalarına bıraktıkları eşyalar sayesinde bugün onların yaşamlarına dair önemli bilgiler elde edebiliyoruz. Mezar odalarına konulan eşyalarının, ölen kişinin ölüler ülkesine yapacağı meşakkatli yolculukta ona rahat ettirdiğine inanılıyordu. Bu kutsal amaç bazıları için bir geçim kapısı oluyor; çoğunlukla bu değerli eşyalar mezar hırsızları tarafından soyuluyordu. Öyle ki Antik Mısır’da mezar hırsızlığı zamanla organize bir meslek haline bile gelmişti. Maalesef bu mezar hırsızlıkları sebebiyle bugün güçlü kral ve firavunların mezarlarındaki eşyaları görmek imkansızdır.

Tuthankhamun’un mezarı tarih boyunca yapılan mezar yağmalarından kurtulabilen nadir bir eser olduğu için bu anlamda oldukça değerlidir. Silik bir firavun olması dolayısıyla mezarının yağmalardan kurtulduğu düşünülen Tutankhamun’un mezarında bulunan hazine ve eserler bütün dünyayı hayretler içinde bırakmıştı. Sıradan bir kralın mezar hazinesi bu kadar zenginse kim bilir büyük kral ve firavunların mezarları ne denli zengin eser ve hazinelerle doluydu.

Mısır gerçekten de bir piramit ve tapınaklar ülkesidir. Devasa mimari eserleri ve gelişmiş dinî inanç sistemi Antik Mısır medeniyetinin gelişmişlik düzeyinin en açık göstergesidir. Bu gelişmiş medeniyet, karşılaştığı diğer kültürleri de kendi potasında rahatça eritebilmişti. İskender’in doğuda yönetim kuran ardılları yerleştikleri bölgelerin kültürünü benimsemek yerine kendi medeniyetlerini doğuya taşıyıp yerel kültürle karışarak Helenizmi[1] oluştururken İskender’in Mısır’daki ardılı Ptolemaios Hanedanlığı (MÖ 305-330) Antik Mısır medeniyeti içerisinde erimiş, Mısırlıların dinlerini kabul ederek onların tanrıları adına tapınaklar inşa etmişlerdi. Ayrıca firavunlar gibi onlar da kız kardeşleriyle evlenmişlerdi.

Antik Mısır’daki Tanrı anlayışı, semavi dinlerdeki ilah anlayışından farklıdır. Antik Mısır tanrıları semavi dinlerdeki meleklerin karşılığıydı. Onlar ruhani varlıkların tamamını tanrı olarak adlandırarak çok tanrılı bir dinî inanış geliştirmişlerdi. Tüm doğa ve tabiat olaylarının her birisi ayrı bir tanrı tarafından yürütüldüğüne inanılan bu sistemde başlıca tanrılar şunlardı: Hava tanrısı, kaos tanrısı, ölüm tanrısı, gök tanrısı, rüzgâr ve fırtına tanrısı, yeraltı tanrısı, toprak tanrısı, savaş tanrısı vs. Semavi dinlerde meleklerin üstlendiği görevlerin hemen tamamı Antik Mısır’da tanrılar tarafından yürütülüyordu.
Mısır’da tanrı ve tanrıçalar çoğunlukla birer hayvan adı taşımaktaydı. Bu nedenle birçok tanrı ve tanrıça hayvan şeklinde sembolize edilmişti. Bugün Antik Mısır kalıntılarını gezerken inanılmaz zengin bir sembol diliyle karşılaşmamızın asıl sebebi de dinî inanç etrafında gelişen bu zengin sembolik sistemdir. Antik Mısır’da hayvan sembolleri, temsil ettiği tanrının görevine göre seçilirdi. Suyun gücünü temsil eden Tanrı Sobek, timsah başıyla temsil edilirken, Gök Tanrısı Horus’u ise şahin temsil etmekteydi.

Mısır medeniyetini günümüze kadar taşıyan bir başka unsur da Antik Mısır yazısı olan hiyerogliflerdir. Yaklaşık MÖ. 3200’e tarihlenen hiyeroglif yazısı, dünyada bilinen en eski yazı sistemlerinden biridir. Antik Mısırlılar, dinî inançlarını ifade etmek için bu yazıyı anıtlarının neredeyse her yerine nakşetmişlerdir. O dönemlerde Mısır hiyeroglifleri palmiye liflerinden yapılan papirüslere ve taş anıtlara yazılıyordu.
Ebu Simbel Tapınağı
Antik Mısır’ın en gizemli ve sıra dışı tapınağı olan Ebu Simbel, Asvan’ın 300 km. güneyinde Sudan sınırına yakın bir bölgede, bugünkü Nasır Gölü kıyısında yer almaktadır. Kanaatimce bu tapınak, Mısır seyahatlerinde mutlaka görülmesi gereken dört eserden (diğerleri, Giza Piramitleri, Karnak Tapınağı, Krallar Vadisi) birisidir. Burası, ulaşımı diğer tarihî yerlere nazaran daha güç olmasına rağmen, Mısır’ın en gözde ziyaret yerlerinden biridir.

Gezimizin ikinci gününde sabah 04:30 gibi Asvan’dan Ebu Simbel’e doğru yola çıktığımızda yollar çok kalabalıktı. Hatta bir ara trafik bile oluştu. Belli ki Asvan’a gelenler mutlaka Ebu Simbel’i de görmek istiyordu.
Ebu Simbel Tapınağı, büyük bir kaya parçasının içine oyularak yapılmış sıra dışı bir yapı. Oldukça zahmetli bir inşa süreci sonucunda ortaya çıkan bu tapınak üstelik diğer tapınaklar gibi normal bir zemin üzerine de inşa edilmemiş.

İki tapınaktan oluşan Ebu Simbel tapınak kompleksi II. Ramses’in kendisi için yaptırdığı büyük tapınak ve hemen onun yanında eşi Nefertari için yaptırdığı küçük tapınaktan oluşuyor. Yapımı yaklaşık yirmi yıl süren bu tapınak kompleksi, II. Ramses’in MÖ 1274’te Kadeş Savaşı’nda Hititler’e karşı kazandığı zaferini kutlamak için yapılmış ve tapınağın duvarlarına bu savaşı anlatan birçok tasvir çizilmiş.
1960 yılında Yüksek Asvan Barajı’nın yapılması kararlaştırılınca tapınağın taşınması gündeme gelmiş. UNESCO’nun liderliğinde yaklaşık elli ülkenin katılımıyla tapınak kompleksi orijinal konumunun yaklaşık altmış beş metre yükseğinde iki yüz metre uzağında yeni yerine taşınmış. Baraj suları altında kalacak bazı eserler de taşıma projesine katılan diğer ülkelere gönderilmiş. Birçok ülkenin bir araya gelip gerçekleştirdiği bu proje sayesinde bu abidevi eseri bugün hâlâ ziyaret edebiliyoruz.
Büyük Tapınak
II. Ramses’in kendi adına yaptırdığı bu tapınağın girişinin her iki tarafında tahtında oturmuş II. Ramses’i tasvir eden yirmi metre boyunda dört büyük heykel bulunuyor. Bu heykeller her ne kadar birbirine çok benzer görünse de aralarında bazı farklılıklar var. Heykeller firavunun gençliğinden ihtiyarlığına hayatının dört evresini tasvir ediyor. Bu dev heykellerin altında II. Ramses’in fethettiği bölgelerdeki düşmanları Nübyelileri, Libyalıları ve Hititleri tasvir eden daha küçük heykeller (ki bunlar da oldukça büyük) yer alıyor.
Ön cephedeki diğer heykellerse aile üyelerini, çeşitli koruma tanrılarını ve iktidar sembollerini temsilen yapılmış.

Tapınağın içi de en az dışı kadar etkileyici. İçerideki girişteki ana hol-hipostil salonunda karşılıklı duran toplam sekiz adet II. Ramses heykeli yer alıyor. Dışarıdaki heykellerde Ramses oturur konumdayken, buradaki heykellerde ayaktadır. Tapınağın içindeki sütun ve duvarlarda oldukça detaylı ve iyi korunmuş duvar kabartmaları bulunuyor. Bunların bir kısmında II. Ramses ve Nefertari tanrılara saygı gösteriyor, hediyeler sunuyor ve onlar tarafından kutsanıyor.
II. Ramses’in Kadeş Savaşı’ndaki[2] büyük zaferi (aslında bu savaşta taraflar yenişememiştir) ayrıca Hipostil Salonu’nun kuzey duvarında ayrıntılı olarak tasvir edilmiş. II. Ramses buradaki tasvirlerin bazılarında savaş arabasını kullanırken, bazılarındaysa tek başına Hitit askerlerini öldürürken tasvir edilmiştir. Kadeş Savaşı’na ait propaganda tasvirleri sadece bu tapınakta değil, II. Ramses’in yaptırdığı diğer tapınaklarda da yoğun olarak işlenmiş temalardandır.

Tapınağın içinde tanrılara sunulacak hediyelerin bulunduğu depolar da yer alıyor. Bu depoların duvarlarındaysa II. Ramses ve eşini tanrılara hediyeler sunarken gösteren tasvirler mevcut.
Tapınağın en mistik yeriyse içinde üç tanrıyla birlikte oturan II. Ramses’in heykelinin bulunduğu sunak kısmıdır. Burası Kutsalların Kutsalı (Holy of Holies) adıyla biliniyor. Ramses’in kendini tanrılarla aynı konumda gördüğünü burada açık bir şekilde görebiliyoruz.

II. Ramses’in hemen yanında Antik Mısır’ın önemli tanrılarından Ra-Horakhty, Amon ve Ptah yer alıyor. Bu odanın çok önemli bir özelliği daha var. Tapınağın inşasında öyle bir hesaplama yapılmış ki, yılda yalnız iki kez (21 Şubat ve 21 Ekim’de) güneş ışığı ana kapıdan ve koridordan geçip bu odaya kadar giriyor ve bu güneş ışığı, içerideki dört tanrıdan üçünü aydınlatıyor. Bu tarihlerin II. Ramses’in doğum gününe ve taç giyme törenine karşılık geldiği düşünülmektedir. Kutsal yapıların yükselen ya da batan güneşe ya da güneşin gündönümündeki pozisyonuna hizalanması antik dünyada oldukça yaygındı. Ancak buradaki durum diğer örneklerden farklıdır. Aydınlanan üç heykelin yanında duran tanrı Ptah’ın heykeli hiçbir zaman aydınlanmayacak şekilde dikkatlice konumlandırılmış. Ptah, Mısır yeraltı dünyasıyla ilişkilendirildiğinden imajı sürekli karanlıkta tutulmuş.

Küçük Tapınak
II. Ramses’in eşi Nefertari için yaptırdığı küçük tapınak, büyük tapınağın birkaç yüz metre ötesinde yer alıyor. Doğurganlık, aşk ve müzik tanrıçası Hathor ve Nefertari’ye adanmış tapınağın girişinde altı büyük heykel yer alıyor. Bu heykellerin dördü yine II. Ramses’e, ikisiyse tanrıça Hathor şeklinde tasvir edilen Nefertari’ye ait. Her biri yaklaşık on metre boyunda olan bu heykellerin arasında çocukların küçük heykelleri de var.


Tapınağın içindeki sütunların üst kısmında Hathor’un gülümseyen başı yer alıyor. Tanrıça Hathor’un gülümseyen başının bulunduğu sütunlar başka tapınaklarda da var. Yine buradaki duvarlara birçok sahne nakşedilmiş. Ancak burada savaşlardan çok tanrılara, özellikle Hathor’a yapılan adaklar, tanrı tasvirleri ve gündelik hayattan sahneler yer alıyor. Tapınağın içindeki en önemli kabartmaysa, Hathor’un bir inek suretinde dağlardan çıkıp bir anda zuhur ettiği ve Nefertari ile Ramses’i koruduğu sahneyi gösteren kabartma diyebiliriz.
Küçük tapınak ayrıca Antik Mısır tarihinde ikinci kez bir hükümdarın karısına adanmış bir tapınak olması açısından dikkat çekicidir. İlki Firavun Akhenaton’un karısı Nefertiti için yaptırdığı tapınaktır.
Kaynakça:
Ali Narçın, A’dan Z’ye Mısır, Ozan Yayıncılık, 2013 İstanbul.
Dost Görsel Gezi Rehberleri, Mısır, Dost Kitabevi Yayınları, 2006 Ankara.
Toby Wilkinson, Eski Mısır, çeviren: Ümit Hüsrev Yolsal, Say Yayınları, 2013 İstanbul.
[1] Yunan kültürünün doğu kültürleriyle sentezlenmesi sonucu ortaya çıkan fikir, sanat, kültür ve felsefe akımına Helenizm adı verilir.
[2] MÖ 1274 tarihinde II. Ramses ile Hitit Kralı Muvattalli arasında Kadeş önünde büyük bir meydan savaşı yapılmış ve bu savaş Kadeş Barış Antlaşması ile sonuçlanmıştır. Tarihte bilinen ilk yazılı antlaşma olan Kadeş Antlaşması’nın gümüş levhalara kazınmış asıl metinleri kayıptır. Antlaşmanın bir nüshasıysa Boğazköy (Çorum) kazılarında kil tablet olarak bulunmuş olup İstanbul Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir.