
19-22 Haziran 2025
Bugün Romanya’nın yedi harikası olarak kabul edilen eserlerin beş tanesi Transilvanya’dadır. Bunlar; “Bran kalesi, Corvin Kalesi, Peleş Kalesi, Transfagaraşan Yolu ve Turda Tuz Madeni”dir. Diğer iki tanesiyse, ülkenin kuzeyindeki “Spanta Neşeli Mezarlığı (Merry Cemetery of Sapanta) ve Voronet Manastırı”dır. Bu seyahatimde Transilvanya’da bulunan Romanya’nın beş harikasından dördünü ziyaret ettim. Peleş Kalesi’ni ise Eylül 2023’deki 1. Romanya seyahatimde gezmiştim.
Transilvanya’daki Sakson-Alman Mirası
12. yüzyılda, Transilvanya’ya Macarlar’ın hâkim olduğu dönemde, Türkleri (Kuman-Kıpçak) tehdit olarak gören Macar kralı bölgedeki hakimiyetini sağlamlaştırmak için Hristiyanlığın koruyucusu olan Saksonlar’a (Almanlar) Transilvanya’da toprak vadederek onların bu bölgeye yerleşmesini sağlamıştı. Becerileri ve yetenekleriyle büyük saygı gören Saksonlar, mutlak monarşilerin olduğu tüm feodal Avrupa’da neredeyse eşi benzeri olmayan bir idari özerklik elde etmeyi başardılar.

850 yıl Transilvanya topraklarında yaşamış olan Saksonlar önceleri Kuman-Kıpçak ve Tatarlar, ardından da Osmanlılardan korunmak için kaleler (Castle), müstahkem kiliseler (Fortified Church) ve kale şehirler (Citadel) inşa etmişlerdir. Kale şehirler; kuleli surların ardında kiliseler ile askerlerin, idarecilerin ve halkın yaşadığı müstahkem yerlerdi. Bir saldırı durumunda askerler “Kaçın Tatarlar” ya da “Türkler geliyor!” diye bağırır, civarda yaşayan köylüler de surlar içine alınıp kapılar kapatılır ve yüksek surlar ardından, mazgallardan saldırıya karşı koyulurdu.
Saksonlar sadece kendilerine verilen toprakları korumakla ve çiftçilik yapmakla kalmamış, zamanla sınırlarına dayanmış Osmanlı ile, yani Doğu ile ticareti de geliştirmişler. Avrupa’nın geri kalanı ile Osmanlı arasındaki ticarete aracılık etmişlerdir. Transilvanya’da üç yüzden fazla müstahkem kiliseden (Fortified Church) yüz elliye yakını hâlâ iyi durumdalar. Bugün Romanya’da artık Saksonlar çok azalmış olsa da Transilvanya demek Sakson köyleri, müstahkem kiliseler ve kale şehirler demek. Bu Sakson köy ve şehirlerinin tabelalarında isimler Romence, Almanca ve Macarca yazıyor.
Bran Kalesi (Drakula Şatosu)
Burası, Karpat Dağları’nda, içinden nehir geçen bir vadinin üst tarafında, kayalara oturtulmuş küçücük ve yemyeşil bir yer. Şato/kale, Osmanlı tarihinde Kazıklı Voyvoda-Drakula olarak bilinen 3. Vlad Tepeş ile ilişkilendirildiğinden çok ilgi çekiyor. Bunun için buraya Drakula Şatosu da deniyor.

Kont Drakula filmlerine konu olan ve vampir efsanelerinin doğduğu bu gizemli şato, turizmin merkezi olmuş. 3. Vlad aslında buralara gelmemiş olmasına rağmen İrlandalı yazar Abraham Bram Stoker 1897’de ondan esinlenerek Dracula adında bir roman yazmış. Bu roman sonradan büyük ün kazanmış. İrlandalı yazarın romanında tarif ettiği kale Bran Kalesi’ne çok benzediğinden artık burası Drakula Şatosu olmuş.
Transilvanya’ya daha önceki ziyaretlerimde ve bu gezimizde gördüğümüz yerler arasında bence en basiti Bran Kalesi’ydi. Hatta görülmese de bir şey kaybedilmez. Bu sadece benim kanaatim değil diğer gezginler de buna benzer ifadeler kullanmış. Bununla beraber en çok ziyaretçiyi burada gördüm. Muhtemelen bunun en önemli sebebi buranın Dracula romanındaki Drakula Şatosu’na benzemesi. Ayrıca buranın Romanya’da gezilmesi gereken yedi harikadan biri olarak kabul edilmesi de bunda etkili olmalı.
Raşnow Kalesi
Bran Kalesi’nin çok yakınında yer alan Raşnov Kalesi yüksek bir tepe üzerinde bulunuyor. Kale çok güzel panoramik manzaraya sahip. Kapalı olduğundan maalesef kaleye gidemedik. Bran Kalesi’nden çok daha ihtişamlı bir yer.

Kalenin yapımı yaklaşık 14. yüzyıla tarihleniyor. Yapılış amacı o dönemde kale civarında yaşayan halkın herhangi bir saldırı durumunda kaleye sığınmalarını sağlamak, halkı ve şehri korumakmış. Halk zor durumda kalıp kaleye sığınırsa hayatlarını devam ettirebilsin diye kale içine evler, okullar, hastane ve kilise yapılmış. Bu kalenin tarih boyunca on beş Türk saldırısına maruz kaldığı anlatılır.
Raşnow Kalesi’yle ilgili bir de hikâye anlatılır: Kale yüksekte bir tepe üzerinde kurulduğu için su sorunu yaşanıyormuş. Dolayısıyla da sık sık aşağılardan su taşınması gerekiyormuş. 1623 yılında iki Osmanlı askeri kaleye esir düşmüş ve zindana atılmış. Kale komutanı askerlere su bulmak kaydıyla serbest bırakılacaklarını söylemiş. Onlar da çaresiz kuyu açmaya başlamışlar ve on yedi sene sonra su bulmuşlar. Akıbetleri tam olarak bilinmese bile hikâyeye göre kale komutanları onları serbest bırakmamış. Aynı hikâyenin bir benzeri de Corvin Kalesi için anlatılmaktadır.
Prejmer Müstahkem Kilisesi (Kale kilise)

Bu gezimizin sürprizi bu müstahkem kilise oldu. Bu tür bir yapıyı daha önce hiç görmemiştim. Diğer taraftan bu kale kilise, bölgeyi yazan gezginler tarafından da pek bilinmiyor gibi. Aynı zamanda turist trafiği de yok denecek kadar az. Biz gezerken ziyaretçi olarak bizden başka 3-4 kişi daha vardı.

Müstahkem-kale kilisenin ortasında yukarıda bahsettiğimiz kilise yer alıyor. Kiliseyi dış tehlikelerden korumak için etrafına dış duvarlar örülmüş. Dış duvarların iç kısmına sonraki yüzyıllarda dört katlı, boylu boyunca birbirine bitişik evler yapılmış. 275 odaya sahip bu evlerde odalar ahşap merdivenlerle birbirine bağlanıyor. Topluluktaki her ailenin, kalede erzaklarını depolamak ve bir düşman saldırısı durumunda sığınak olarak kullanmak üzere belirlenmiş bir odası vardı. Depolama odaları, Prejmer vatandaşları tarafından 20. yüzyılın başlarına kadar kullanılıyordu. Kalenin içinde, kale saldırıya uğradığında bile topluluğa yetecek kadar yiyecek sağlayan bir at değirmeni ve fırın faaliyet gösteriyordu. Düşman saldırılarında halk kalenin içine geliyor ve tehlike geçinceye kadar burada kalıyormuş. Buradaki sistem uzun süre halkın dışarıya çıkmadan hayatını devam ettirebilecek şekilde tasarlanmış.
Viscri Köyü

Bölgede çok sayıda Sakson-Alman köyü mevcut ama bunlar içinde bazıları çok meşhur. Viscri tüm Sakson köyleri içinde en meşhur olanı. Bu köy ününü İngiltere veliaht prensi Prens Charles’ın ziyaretine borçlu. Prens Charles gezi sonrası sevdiği bu köyden bir ev satın almış. Burası, geniş ana caddesi ve rengarenk cepheleriyle şirin bir köy.

En ilginç Sakson müstahkem-kale kiliselerinden biri de Viscri köyünde yer almaktadır. Adı, beyaz kilise anlamına gelen Almanca Weisse Khirche’den gelmektedir. Diğer Transilvanya müstahkem-kale kiliselerinin aksine Viscri yaklaşık 1100 yılında Szekler (genel kabule göre Macarlaşmış Hun-Türkler) tarafından inşa edilmiş ve 1185 yılında Sakson-Alman kolonistler tarafından ele geçirilmiş.
UNESCO Kültür Miras listesindeki bu müstahkem kilisenin damı, klasik Sakson müstahkem kiliselerinden farklı. Burada Sakson kiliselerindeki geleneksel tonozlu tavan yerine düz bir tavan var.
Sighişoara
Burası, Transilvanya Saksonları tarafından kurulan ve Orta Çağ’da “Siebenbürgen” diye adlandırılan yedi kale şehirden birisidir. Diğerleri; Bistrita, Braşow, Cluj, Medias, Sebes ve Sibiu.

Sighişoara, UNESCO tarafından Dünya Mirası Alanı olarak belirlenen, dokuz kulesi, Arnavut kaldırımlı sokakları, kasaba evleri ve süslü kiliseleriyle hâlâ Avrupa’nın en güzel ve en iyi korunmuş Orta Çağ kasabalarından biri olarak ayakta duruyor. Ayrıca, Vlad Tepes (Kazıklı Voyvoda) olarak da bilinen Kont Drakula’nın doğum yeridir.

Sighişoara birkaç yüzyıl boyunca askerî ve politik bir merkezmiş. 14-16. yüzyıllarda Sakson zanaat loncaları, şehri Türk akınlarından korumak için kale duvarlarının etrafına kuleler dikmiş. Her kule bir zanaat loncası tarafından inşa edilmiş, bakımı yapılmış ve savunulmuş. En dikkat çekici yapılardan biri 14. yüzyıldan kalma Saat Kulesi’dir. Ama ben en çok daha mütevazi olan Kunduracılar Kulesi’ni sevdim.

Sighişoara’da başka yerlerde eşine rastlayamayacağınız diğer bir yapıysa tepedeki kiliseye giden üstü ahşapla kapalı merdivenlerdir. 1600’lü yıllarda tepedeki kilise ve yanındaki okula gidenlerin ıslanmaması için yapılan bu merdivenler şehre ayrı bir hava katmış.
Turda Tuz Madeni
Bu madenin tarihi çok eskilere kadar uzanıyor. Maden hakkında ilk kayıtlara 1271 yılında rastlanmaktadır.

Romanya’nın yedi harikasından biri olan bu tesis, yaklaşık 700 yıl tuz madeni olarak çalıştırıldıktan sonra, 1932’de buradaki madencilik faaliyeti durdurulmuş. Zamanında tüm Avusturya-Macaristan Krallığı’nın tuz ihtiyacı bu madenden karşılanırmış. 1932’den sonra peynir deposu, II. Dünya Savaşı’nda ise sığınak olmak üzere farklı amaçlarla kullanılmış. Şu an müze olarak işletiliyor.
Eski dönemlerde tuz elde etmek çok zordu. Öyle ki tuz bazı halklar tarafından bir para birimi olarak kabul ediliyordu. Hatta tarihte tuzun bir diğer adı da “beyaz altın” olarak geçmektedir. Etiyopya’da 20. yüzyıla kadar temel para birimi “amoleh” adı verilen yaklaşık yarım kilo ağırlığındaki tuz çubuklarıydı. 1450’de Mali’de tuz, aynı ağırlıktaki altınla eşdeğerdi.

Business Insider dergisi Turda Tuz Madeni’ni dünyanın yeraltındaki en güzel yeri olarak seçmiş, ayrıca tüm dünya genelinde de gezilecek en güzel 22. yer listesine almıştır.
Buranın insanı hem korkutan hem de hayranlık uyandıran bir havası var. Sanki uzayda kurulan üslere benziyor. Gezerken insanı hayretler içerisinde bırakacak gerçek üstü birçok manzarası var. Burası turizme açılırken, muhakkak ziyaretçiler üzerinde böyle bir etki bırakması planlanmış. Çeşitli mimari oyunlarla insanı büyüleyen bir atmosfer yaratılmış.

Madeni giriş tünelleri hariç birbirine bağlı iki salon olarak düşünebilirsiniz. Birinci salon zemine indiğinizde esas aktivitelerin yapıldığı (lunapark, tenis masaları ve kafe gibi) yerle karşılaşıyorsunuz. Bu kısma isteğe göre asansör veya on üç katlık ahşap merdivenlerle inilebiliyor. İkinci bölüm ise sular altında kalan göletin olduğu yer. Buranın ortasına, etrafında kayıkla gezilen yapay bir ada kurulmuş ve uzay üssü izlenimini verilmiş. İkinci salon seviye olarak en alt kısım olup buraya birinci salondan hem asansör hem de yaklaşık on katlık ahşap merdivenlerle iniliyor. Her iki salonun duvarları ve tavanlar tamamen tuz.
Sibiu
Sibiu, Transilvanya’da Alman-Saksonların 12. yüzyılda kurmuş olduğu yedi surlu şehirden en zengini ve en büyüğüdür.Eski adı Hermannstadt olan şehir, I. Dünya Savaşı sonrasında Avusturya-Macaristan ayrılınca Romanya’da kalmış ve 1919 yılında Sibiu ismini almış. 1940’lara kadar nüfusun büyük çoğunluğu Sakson-Alman’mış. Diğer Sakson-Alman şehirlerinde olduğu gibi II. Dünya Savaşı sonrası şehrin asıl kurucuları olan Sakson-Almanlar buradan göç etmek zorunda kalmışlar. Bu şehrin kültürünü ve mimarisini tamamen bu Alman mirası şekillendirmiş.

Transilvanya’nın kalbinde, surlarla çevrili bu şehir, yüzlerce yıl boyunca Doğu Avrupa’nın en güçlü ve müreffeh kalelerinden biriydi. Etkileyici surlarla çevrili Eski Şehir sınırlarında otuz dokuz savunma kulesi yer alıyor.
Loncaların biriktirdiği zenginlikler hem etkileyici binaların hem de onları korumak için gereken tahkimatların inşasını finanse etmiş.

Eski Şehrin iki ayrı bölümü vardır; Sibiu’nun tarihî simgelerinin çoğuna ev sahipliği yapan Yukarı Şehir ve Arnavut kaldırımlı sokaklarda renkli evlerin sıralandığı, Cibin Nehri’ne bakan görkemli surlar ve savunma kuleleriyle çevrili Aşağı Şehir. Sibiu’nun en güzel yerlerinden birisi, bu iki şehri birbirine bağlayan “Merdivenler Geçidi”dir. Burası 13. yüzyıldan kalma merdivenleri ve kemeriyle bilinir.
Eski şehrin kalbinde yer alan Büyük Meydan/Piata Mare, UNESCO tarafından mimari anıt olarak tescillenmiş. Burası Sibiu’daki en etkileyici binalardan bazılarını barındırmaktadır. İlk defa 1411 tarihli bir belgede tahıl pazarı olarak adı geçen ve şehrin en büyük meydanı olan Büyük Meydan, yüzyıllar boyunca canlı bir ticaret hayatına, meclislere ve hatta halka açık infazlara sessizce tanıklık etmiştir.

Şehirde turistlerin bir başka uğrak mekanıysa “Yalanlar Köprüsü”dür. Aşağı Şehir’den Yukarı Şehir’e uzanan dik sokak ve merdivenlerden biri yerel halk arasında popüler bir buluşma yeri olan Yalanlar Köprüsü’nün altından geçer. Sibiu’daki Yalanlar Köprüsü’nün adıyla ilgili birkaç efsane vardır. Bunlardan biri, köprüde iş görüşüp müşterilerini dolandırmaya çalışan tüccarlarla ilgilidir. Bir diğeri ise köprü üzerindeyken yalan söylendiğinde köprünün hemen çökeceği inancıdır. Ayrıca genç âşıkların favori buluşma noktası olan köprü, âşıklar tarafından tutamayacakları sözlerin verildiği yerdir.
Transfagaraşan Yolu
Transfagaraşan, Karpat Dağları’nın güney kesiminden geçen, Sibiu yakınlarındaki bir dağ yoludur. Yol, adını Karpat Dağları’nın bir kolu olan Fagaraş Dağları’ndan almaktadır. Bu yol, Transilvanya’nın tarihî bölgelerini ve Eflak’ı birbirine bağlamaktadır. Çünkü Fagaraş Dağları, ülkenin kuzeybatısıyla güneyini birbirinden ayırır.

Dönemin şartlarına göre çok büyük maliyetlere mal olan bu yol, 1970 ile 1974 yılları arasında, Çavuşesku’nun iktidar döneminde Sovyetler Birliği’nin 1968’de Çekoslavakya’yı işgaline karşı tedbir amaçlı inşa edildi. Çünkü Çavuşesku, Sovyet işgali durumunda dağlar üzerinden hızlı askerî erişim sağlamak istiyordu.
Transfagaraşan YoluRomanya’da ziyaret edilmesi gereken yedi harikadan birisi. Burası İngiliz BBC’ye bağlı “Top Gear” tarafından dünyanın en iyi yolu seçilmiş. Baş döndürücü virajlar ve manzaradan dolayı buradaki sürüş keyfinin benzeri yok. Ardı arkası kesilmeyen virajlardan kıvrıla kıvrıla, şelalelerin ve birkaç da tünelin içinden geçerek yaklaşık 2000 metredeki Balea Gölü’ne varıyorsunuz. Zirvedeki Balea Gölü çoğu zaman bulutlarla kaplı. Burada kış erken başladığından ekim ayında kapanan yol mayıs ayına kadar kapalı kalıyor.

Yolun başlıca müdavimleri motosiklet tutkunları olmakla birlikte kampçılar da burayı ziyarete geliyor. Transfagarşan’ın zirvesine ayrıca teleferikle de çıkılabiliyor. Muhtemelen teleferikle daha güzel manzaralar görülebilir ama bu çılgın virajlardaki sürüş keyfi de bambaşka.
Transfagaraşan Yolu, çoğu kişi tarafından ayılarıyla anılır. Birçok turist yol boyunca ayıları gördüğünü söyler. Biz de iki farklı yerde iki yavru ayı gördük. Birinin yanında biraz durduk. Yol kenarındaki tabelada, “Ayıları beslemek yasaktır” yazıyordu.
Corvin Kalesi

Transilvanya’nın güneybatı ucunda Hunedoara şehrinde bulunan Corvin Kalesi’nin başka adları da var; kaynaklarda bu kaleyi Hunyadi ya da Hunedoara Kalesi diye de bulabilirsiniz. Romanya’nın yedi harikasından birisi olarak bilinen Corvin Kalesi, Romanya’da Orta Çağ’dan kalma en iyi kale örneği olup adeta masallardaki, filmlerdeki kaleleri andırıyor.

Kale, Macarlar tarafından eski bir Roma kampının bulunduğu yere inşa edilmiş. Burası, 14. yüzyılın ortalarına kadar bir kale olarak hizmet vermiş ve daha sonra Transilvanya voyvodası Hunyadi Yanoş’un ikametgahı olmuştur. Hünyadi, kaleyi geliştirerek onu muhteşem bir Transilvanya kalesine dönüştürmüştür. İyi bir şekilde korunmuş olan yapıda görkemli bir Şövalyeler Salonu, Konsey Odası, bir şapel, etkileyici bir asma köprü, yüksek payandalar, iç avlular ve elliden fazla oda bulunmaktadır.

Tahta köprüden geçilip ana kule kapıdan kaleye giriliyor. Girişten hemen sonra karşınıza ilk çıkan yer mahkumların kaldığı ve işkence yapılan bölüm oluyor. Buradaki sert işkence metotları, çocuklara eziyet edenler, kilise aleyhinde konuşanlar, zina eden kadınlar ve benzeri türden suçlara göre değişiyormuş. Corvin Kalesi’nin diğer bir ilginç yanı da Kazıklı Voyvoda’nın bu kalede yedi yıl hapis yatmasıymış.

Şövalyeler Salonu’nda (Knight’s Hall) asılı olan flamalardan birisi de Hünyadi Yanoş’un ailesi için seçtiği; ağzında yüzük olan bir kuzgun ve ay yıldızlı flamadır. Hünyadi Yanoş’un hayatı boyunca mücadele ettiği en büyük düşmanı Osmanlı flamasının da ay yıldızlı olması ilginç bir tesadüf.
Gelelim sarayın kuyusunun hikâyesine; Hünyadi Yanoş esir alınan üç Osmanlı askerine saray içinde bir kuyu açmalarını ve eğer su bulurlarsa onları azat edeceklerine dair söz verir. Bu üç esir asker tam on beş yıl boyunca kendilerine gösterilen kale köşesinde kuyu kazmış ve sonunda da suyu bulmuş. Ancak su bulunmadan Hünyadi Yanoş ölmüş. Karısı, kocası Hünyadi Yanoş’un esirlere verdiği sözü yerine getirmemiş ve onları ölüme mahkûm etmiş.

Kuyunun olduğu yerin hemen karşısındaki bir duvarda Arap alfabesiyle yazılı bir metin de var. Kendim bu yazıyı okuyamadım ve yazılarıma editörlük yapan arkadaşıma gönderdim, O da Osmanlıca uzmanı olan kendi arkadaşına göndermiş. Yazının üst satırında “Bunu yazan” ibaresi var. Alt satırında ise “Hasan” ve “Zekeriya” gibi iki isim yazıyor. Bu Osmanlıca yazıdan dolayı kuyuyla ilgili anlatılanın doğruluğuna inanılıyor. Veya en azından burada Osmanlıyla ilgili bir hikâye olduğu kesin.
Kaynakça:
– https://www.bizevdeyokuz.com/yurt-disi/romanya-gezi-rehberi
– https://www.bizevdeyokuz.com/transilvanya.
– https://gezekalin.com/2019/07/18/noroc-romanya-corvin-kalesi-alba-lulia-cluj-napoca/
– https://www.salinaturda.eu/en/discover-the-turda-salt-mine/
– https://www.binbirgida.com/tuz/tuzun-tarihcesi
– https://gezimanya.com/romanya.
– https://kucukdunya.com/transilvanya/
– https://yolcu360.com/blog/transilvanya-hakkinda-her-sey/
– https://gezekalin.com/2019/06/28/noroc-romanya-brasovdan-sighisoaraya/
– https://gezekalin.com/2019/07/10/noroc-romanya-sighisoaradan-sibiuya/
– https://www.romaniatourism.com/castles-fortresses-romania-prejmer-fortified-church.html