Makaleler

Yeniçeriler Bektaşi miydi?

Yeniçeri Ocağı’nın kuruluşundaki rolü dolayısıyla Osmanlı İmparatorluğu tarihi boyunca nüfuzunu koruyan Bektaşilik, gerek oynadığı roller ve arz ettiği inanç yapısı, gerekse devletin 16. yüzyıldan itibaren resmen tanıdığı tek gayri Sünni tarikat olması sebebiyle en çok ilgi çeken ve tartışılan tarikat olmuştur.[1]

İréne Mélikoff’a göre, Sünni İslam’ın savunuculuğunu üstlenmeden önce Osmanlılar da bütün Türkmen boyları gibi batıni/gayri-müteşerri bir dönem geçirdiler. İlk dönem fetihleri sürecinde bu Türkmen dervişlerinin Osmanlı sultanlarının yanında yer alışı, bu gazi dervişlere ayrıcalıklı bir konum sağlamıştır.[2] İlk Osmanlı hükümdarlarının, Abdal Musa, Abdal Murad, Geyikli Baba ve Postinpuş Baba gibi Türkmen şeyhlere zengin vakıflarla desteklenmiş tekkeler açtıkları bilinmektedir. Bu gazi Türkmen dervişleri aracılığıyla Hacı Bektaş-ı Veli’yi tanıyan Osmanlı sultanları, gaziler arasında yaygın olan güçlü ananesi sebebiyle 14. yüzyılın ikinci yarısında yeniçeri teşkilâtını Hacı Bektaş ananelerine bağlamıştı. 16. yüzyılın başında Bektaşiliğin tarikatlaşması ve onun resmen Yeniçeri Ocağı’nın tarikatı olması, Bektaşiliği daha da önemli hale getirdi ve Bektaşiliğin bu ayrıcalıklı konumu 1826’ya kadar kesintisiz devam etti.[3]

Hacı Bektaş tekkesinin şeyhi posta geçmeden önce İstanbul’a geldiğinde Yeniçeriler onu merasimle karşılar ve tacını başına Yeniçeri ağası takardı. Bektaşi babalarından birine Hacı Bektaş vekili olarak 94. orta (Haliç, Karaağaç ve dolaylarını korumakla görevli kışla) denilen yerde “vekil postu” adlı bir oda tahsis edilmişti. Bedri Noyan’ın ifadesine göre, İstanbul Bektaşi dergâhlarının babaları/şeyhleri içinde en yaşlı olan sürekli Karaağaç Dergâhı postnişini olur ve Hacı Bektaş vekili unvanını alırdı. Yeniçerilerin geleneksel töreninde Bektaşiliği işte bu babalar temsil ederdi. Yeniçeri askerinin kılıç kuşanma töreni bu Bektaşi babasının huzurunda yapılırdı.[4]

15. yüzyılda yeniçeriler kendilerine Hacı Bektaş’ın köçek-oğulları diyorlardı. Bütün bunların yanında, İstanbul’daki Yeniçeri ocağında Bektaşi babalarının ikamet etmesine rağmen, resmî belgelerde tarikat ile Yeniçeriler arasındaki bağlantı şaşırtıcı derecede azdır. Suraiya Faroqhi’ye göre, geçmiş dönemlere kıyasla 18. yüzyıl gibi kayıtların çok daha iyi tutulduğu bir dönemde, bu konuyla ilgili kaynakların azlığına bakılırsa, geçmişteki ilişkinin yoğunluğu biraz abartılmış olmalıdır.[5] Kanaatimce bunun en önemli sebebini Osmanlı Devleti’nin 15. yüzyıl ve öncesindeki inanç yapısıyla 16. yüzyıl ve sonrasındaki inanç yapısı arasındaki farkta aramak gerekmektedir. Bektaşilik, Osmanlı ordusunun tarikatı olması hasebiyle her zaman önemli bir tarikattı fakat 16. yüzyıl sonrasında devletin dinî yapısında önemli dönüşümler meydana geldi ve bu dönüşüme paralel olarak Bektaşiliğe karşı temkinli bir yaklaşım gelişmeye başladı. Bu konunun karanlıkta kalmasının başlıca sebebiyse 1826 yılındaki kargaşada Yeniçeri Ocağı’nın arşivlerinin önemli bir kısmının yok olmasıdır.

18. yüzyılın başında yaşanan taht kavgalarında yeniçerilerin oynadıkları roller hakkında birçok çalışma bulunmaktadır. Bu konuda genellikle ulema ile yeniçeriler arasında bir koalisyondan bahsedilirken, Bektaşilikle ilgili neredeyse tek bir ibare yoktur. M. Münir Aktepe’nin 18. yüzyılda Lale Devri’ni sona erdiren Patrona Halil İsyanı hakkındaki çalışmasında, Zülali Hasan Efendi ile bir zamanlar Ayasofya’da vaizlik yapan İspirzade Ahmet Efendi gibi ulema mensuplarının isyana katıldığına dikkat çekilir. İsyanın geçici olarak başarılı olmasında yeniçerilerin katılımı başlıca etken olmuştur. Patrona Halil, çarşıda-pazarda ve yeniçeri koğuşlarında şeriatın savunulmasının temel ilkelerinden olduğunu söylemiştir.[6]Oysa Bektaşiler şer’î kurallara uymamakla tanınır ve bilinirdi.

1826’da Bektaşiliğin yasaklanmasında tarikatın gayri Sünni tutumunun önemli bir rol oynamadığı düşünülebilir. Burada en önemli nokta şüphesiz yeniçerilerle olan ilişkiydi.[7]Yılmaz Soyyer’e göre Bektaşiler yeniçerilerin nârına yanmıştır.[8]Bununla beraber bütün Yeniçeri ocağı ortadan kaldırıldığı halde sadece Bektaşilerden 3-4 (veya 5-6) kişi idam edilmiş ve 37 kişi de sürgüne gönderilmiştir. Hacı Bektaş’taki ana tekkenin şeyhi affedilmiş ve yedi yıl sürgünden sonra tekkeye dönmesine izin verilmiştir. Daha da önemlisi tekke gelirlerinden bir kısmı ona verilmişti. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki 1826 sonrasında Bektaşiler Osmanlı idarecilerince pek de ciddi bir tehlike olarak görülmemişlerdir.[9]

Bazı araştırmacılara göre, II. Mahmut reformlarının hayata geçirilebilmesi için ulemanın desteğine ihtiyaç vardı, bu nedenle Yeniçerilerle ilişkisi bahane edilip Bektaşi tarikatı kapatılarak bir kısım ulemaya taviz verilmiş olabilir.Suraiya Faroqi’ye göreyse, yapılan askerî ıslahatın maliyetleri hesap edildiğinde, zengin Bektaşi vakıflarının mallarının hazineye aktarılması daha akla yatkın bir görüştür. Bize göreyse her iki görüş de etkili olmuştur. Bununla beraber kapatılma süreci mali bakımdan pek de başarılı olmamıştı. Bu işten maddi bir çıkar sağlayanlar daha çok kapatılan tekkelerin komşuları olan mahalli eşraf olmuştur.[10]

Yeniçeri Ocağında Bektaşi Babası

Bütün bu bilgiler ışığında Bektaşiler ile yeniçeriler arasındaki ilişkinin boyutunun mahiyeti nasıl değerlendirilmelidir?

Aslında aralarındaki ilişki, başta Hacı Bektaş’ı pîr kabul etme, birtakım törensel benzerlikler ve dayanışmaya dayanmakla birlikte bu bir tarikat boyutunda değildi. Bir yeniçeri kendisini manevi olarak Hacı Bektaş’ın korumasında hissedebilirdi.[11] Yeniçeri ocağında Bektaşi babalarının bulunmasının yanında, yeniçeri kahvelerindeki saz şairlerinin de büyük kısmı Bektaşilerden seçilir, bu kahvehanelerin her birinde sürekli ikamet eden bir Bektaşi babası bulunur ve akşamları kahvehane meydanında nefesler okunurdu.[12] Buna mukabil Bektaşiler de askerî bir güç odağı olarak yeniçerilere dayanma arzusunda olmuşlardır. Bunun yansımaları olarak da Girit gibi bazı bölgelerde emekli yeniçeri ağalarının önayak olmasıyla Bektaşi tekkeleri de açılabilmiştir. Bütün bunlara rağmen, her iki grubun sosyolojik ortamları farklıdır. Her şeyden önce bir kişinin Bektaşi olabilmesi için nasip/ikrarlı olması gerekirdi. Yeniçeriler, çok azı hariç, nasip/ikrarlı Bektaşi değillerdi, onlar yalnızca Bektaşi sempatizanıydı.[13]


[1] John K. Birge, Bektaşilik Tarihi, 1991.

[2] İréne Mélikoff, Hacı Bektaş Efsaneden Gerçeğe, 2004.

[3] A. Yaşar Ocak, Bektaşilik, 1992.

[4] A. Yılmaz Soyyer, 19. Yüzyılda Bektaşilik, 2012.

[5] Suraiya Faroqhi, Anadolu’da Bektaşilik, 2017.

[6] Suraiya Faroqhi, Anadolu’da Bektaşilik, 2017.

[7] Suraiya Faroqhi, Anadolu’da Bektaşilik, 2017.

[8] A. Yılmaz Soyyer, 19. Yüzyılda Bektaşilik, 2020.

[9] Suraiya Faroqhi, Anadolu’da Bektaşilik, 2017.

[10] Suraiya Faroqhi, Anadolu’da Bektaşilik, 2017.

[11] A. Yılmaz Soyyer, 19. Yüzyılda Bektaşilik, 2012.

[12] Fahri Maden, İstanbul’un Dı̇nı̇, Sosyal ve Kültürel Hayatında Bektaşîlı̇k 2020.

[13] A. Yılmaz Soyyer, 19. Yüzyılda Bektaşilik, 2012.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu