1983 Yaz dönemiydi. Üniversitede 2. Sınıf bitmişti ve staj dönemi başlamıştı. İzmir BMC fabrikası benim okuduğum KTÜ’ye kontenjan tanımıştı. İki arkadaş o yaz İzmir’e gittik ve staja başladık. Bornova da bir öğrenci yurdunda kalıyorduk. Hafta sonlarını da denize giderek değerlendirdik.
Doğduğum ve büyüdüğüm ev (Sürmene – Trabzon ) denize dalga seslerini duyacak kadar yakındı. Denizin her türlü halinde içinde olmuşluğum var ki, kış da buna dahil. Hele yeniyetme ve kabımıza sığmadığımız zamanlarımızda enerjimizin harcandığı en iyi yerdi. Ufuk’a doğru açıldığımda kendimi en dingin hissettiğim zamanlardı ki, onunla ilgili hikayelerimizi başka yazılarımızda yazacağım. O gün hadi Rusya’ya kadar kim yüzecek denilseydi, bende dahil bir kısım insanlar bu işe girişirdi.
Son hafta sonu Kuşadası’na gitmiştik. Deniz bir Karadenizliye göre fazlaca dingin ve berrak. Kumda yatmak ve o tür aktivitelerle pek işimiz olmazdı. Pek fazla vakit kaybetmeden kendimi denizde buldum ve ufka doğru yüzmeye başladım. O güne kadar Karadeniz den başka bir yerde denize girmediğim için diğer denizlerinde Karadeniz gibi olduğunu sanmıştım. Ama burası çok tuzluydu ve gözümü yaktı. Bende gözlerimi kapatarak yüzüyordum. O sırada bir kayık sesi duydum uzaktan fakat yaklaşınca duracaktım. Gözüm yanıyordu ama ufka doğru yüzmeye devam ettim. O sırada kayığın sesi de kesilmişti. Bende gözümün derdine düştüğümden onu unuttum, ki heyhat!!! Küt diye bir şeye çarptım. Az önce sesini duyduğum kayıktı. Neyse durduk, kayıkta iki kişi vardı ki; hızlı hızlı ben yüzerken onlarda kıyıya paralel seyrediyorlardı. Bana seslerini duyuramayınca motoru durdurmuşlar ama kayığın hızı hemen kesilmemiş böylece bende kayığın ortaya yakın kısmına anlımla gözüm arasındaki kısmı çarpmış oldum. Bende onlara kayığın sesini duyduğumu yakınlaşınca duracağımı ama ses kesilince de biz tuzdan yanmış gözümüzün derdine düştük. Neyse tanıştık birisi Trabzonluymuş, askerliğini burada yapmış ve askerden sonra dönmemiş, yatlarda kaptanlık yapıyormuş. Ayrıca Rahmetli dayımın oğlu Dursun Ali’nin de asker arkadaşı çıktı.
Olayın ertesi günü bizim gözümüz morardı. Birkaç gün sonrada memlekete döndük. Akrabadan veya arkadaşlardan birisi gözüme ne olduğunu sordu bende vakayı anlattım fakat pek anlattığıma inanmış gibi görünmedi. Bende hilafi-vakı beyanda bulunuyor durumunu düşmemek için, hadiseyi kafamda tekrar toparladım, soranlar ikna olsun diye. Ama işin doğrusu anlatacağıma bende ikna olmadım. Gözüm kayığa çarpmadan dolayı oldu ama gel de anlat. Neyse ikinci bir arkadaş aynı soruyu sorunca ona dedim ki, Bak arkadaş; şimdi sana kayığa çarptım desem pek ikna olmayacaksın. Ne diyeyim ki başka, sen söyle!!!
Daha sonraları benim vakayı tam izah eden bir fıkra dinledim; Kadının birisi yatak odasına dolap yaptırır marangoza. Fakat evi tren yoluna yakın olduğundan tren geçerken dolabın içinden ses geliyor. Marangozu çağırır, marangoz dışardan bir şey anlamaz ve kadına; tren gelmeden önce beni çağır içine gireyim ve tren geçerken sesin nerden geldiğini göreyim. Neyse trenden önce marangoz gelir dolaba girer fakat o arada kadının kocası da eve gelir ve dolabı açar, birde bakar ki marangoz dolabın içinde!!! Marangoza ne işin var burada der, Marangoz; valla desem sana ki tren bekliyorum inanmayacaksın, sen söyle…
Avcılar – İstanbul
Nazmi Emin
Bir Yorum