AvrupaMakalelerSeyahatler

Kazan – Tataristan ; İdil- Ural Boyları-1

İdil- Ural Boylarına Kasım 2013’de yaptığım ilk seyahat Kazan- Tataristan’a idi. O günün şartlarına göre de üç ayrı makale yazdım. Birincisi, Kazan’da göze takılanlar, 2. İdil-Ural boylarının Sergüzeşti hayatı ve 3. İlk Müslüman Türk devleti İdil Bulgarları. Oradaki seyahatimiz şehirler olmuştu. Köyler ve kır yaşamıyla ilgili bir gezimiz ve değerlendirmemiz olmadı. Bu seyahatimizde yaklaşık dört sene sonra yani Ağustos 2017’de de Başkırdistan’a gittik. Bu seferki gezimizin ağırlığını da köy ve kır hayatı oluşturdu. Bunda Başkırdistan hayat şartlarının bu tür hayata daha uygun olması önemli faktör. Başkırdistan yazısı geniş bir değerlendirme oldu; yaklaşık 28 sayfa. Bu ikisinin arasında amatörce iki kitap yazdık (Orta Çağ Aydınlığı ve İhtişamlı Medeniyetten Hazin Sona; Endülüs). Belki onun tesiriyle biraz daha derli toplu oldu. Başkırdistan’a göre Tataristan seyahat notlarımız cılız kaldı. Bundan dolayı Kazan- Tataristan notlarını tekrar derledik. Yukarıda zikrettiğimiz üç ayrı makaleyi tek yazı altında topladık. Bununla beraber oraya tekrar gitmemiz lazım. Hatta Tataristan ile Kazakistan arasındaki Samara, Orenburg ve civar bölgelere. Eğer kısmet olursa yeni yazı, bu tür daha geniş bölgeleri dolaştıktan sonra yazılır.

Kazan İslam coğrafyasının en kuzeyinde yer alır. İdil- Ural bölgesinin en önemli şehridir. Hatta onu tanıtan bazı kitaplarda, kuzeyin Mekke’si denir.

Karanlıklar ülkesinin eşiğinde kışa erken başlayan Sibirya’nın batıya kapısıdır.  Etrafı sularla çevrili, birazda İstanbul dur.

İdil- Volga ve Gama nehirlerinin dirsek yaptığı yerde kurulmuş. Kışın her ne kadar donsa da nehirler, eylül – mayıs arası yukarıda Baltık Denizine, aşağıda ise Hazar, Azak ve Karadeniz’e açılır. Orta Asya’nın da Rusya kapısıdır.

Tarihçe

9. Asır Haritası
9. Asır Haritası

İdil – Ural bölgesi, 4. Yüzyıldan itibaren Sibirya’dan gelen çeşitli Türk boylarının iskanına sahne olmuştur. Daha sonraki asırlarda Hunlar, Göktürkler, Hazarlar, Peçenekler, Kıpçaklar (Kumanlar), İdil Bulgarları, Altın Orda, Kazan Hanlığı gibi Türk kavim ve devletleri bu bölgede hüküm sürdü. Ancak bölgede ilk devlet teşkilatını kuran İdil Bulgarlarıdır ki, onlar hakkında bilgi Bulgar şehri alt başlığı altındadır.

İdil – Ural bölgesinde kurulan Kazan Hanlığının 1552 de Ruslar tarafından yıkılmasıyla Türk hakimiyeti sona erer ve çileli hayatları başlar. Bu tarihten itibaren ilk kez Ruslar Müslüman bir toplumu hükümranlığı altına alır ve bölgenin Ruslaşması ve Hıristiyanlaşmasını başlatırlar.

Tatarlar yaklaşık 350 sene boyunca Çarlık Rusya’sının egemenliğinde yaşadılar. Rus hakimiyetinin değişik zamanlarda asimilasyon ve zulümlerine karşı isyan ettiler. Bundan dolayı Sibirya, Türkistan ve Osmanlı topraklarına göç etmek zorunda kaldılar.

16. Asırda Kazan
16. Asırda Kazan

Türkistan’ın Ruslar tarafından işgal edilmesi Tatarlara çeşitli ekonomik ve sosyal imkanlar sağladı. Türkistan ile Rusya arasında köprü görevi gören Tatarlar kısa sürede zenginleşti ve küçük bir burjuvazi sınıfının doğmasında önemli rol oynadı.

Ruslarla eşit olmanın ancak dini taassuptan kurtulup iyi bir eğitim almakla mümkün olacağını düşünen Tatarlar, zenginlerin desteği ve Gaspıralı İsmail’in teşvikiyle İdil- Ural bölgesinin; Kazan, Orenburg, Ufa, Ulyanovsk, Tümen, Tobolsk, Troitsk, Petropavlosk, Samara ve Uralsk gibi pek çok şehrinde moderin mektep ve medreseler kurulmaya başlandı. “Cedidcilik” adı altında yeni bir aydın sınıfı ortaya çıktı. Osmanlının yakından tanıdığı Abdurreşit İbrahim ki, Japonya’ya İslamiyet’i ilk getiren kişi olarak bilinir, 1912 de Osmanlı vatandaşı oldu. M. Akif’in Süleymaniye Kürsüsü adlı ünlü eserinde hayalen halka hitap ettirdiği kişidir. Yine Türkiye de tanınan Musa Carullah Bigiyef bu gurubu temsil ederler. Musa Carullahın biyografisi Diyanet vakfı yayınları tarafından çağdaş İslam düşünürler dizisi aldı altında 1994 de yayımlandı. Musa Carullah’a Osmanlı son Şeyhul İslam’ı Mustafa Sabri Efendi de reddiye yazmıştı.

1917 Bolşevik ihtilali sırasında Tatar halkının bağımsızlık hareketi canlandıysa da onunda akıbeti hazin oldu. Tatarların çileli hayatı bitmedi yeni bir boyut kazandı. İhtilalin ilk yıllarındaki vaatler tutulmadı. Ruslar dışındaki milletlere karşı ciddi davranış değişikliği baş gösterdi. Onların dilleri ve medeniyetlerine kısıtlamalar getirilmeye başlandı. Bu kısıtlamalara karşı çıkanlar Stalin devrinde öldürüldü. Veya Cezalandırıldı. “Mir Said Sultan Galiyev”[1] öncülüğündeki bir kısım aydınlar Tatar, Başkırt, Özbek, Kazak, Kırgız, Türkmen, Tacik, Çuvaş ve Azeri gibi bütün Türk ve Müslümanları içine alan bir Turan Sosyalist Cumhuriyeti faaliyetine giriştilerse de akıbetleri ölüm oldu. Bu devirde Sultan Galiyev’in düşüncelerini benimseyenler Pantürkizm ve Türkiye aleyhine casusluk yapmakla suçlandılar. Pek çok kişi sürgüne gönderildi veya öldürüldü. Bir kısmı da yurt dışına kaçtı ki, Türkiye’nin tanıdığı meşhur Başkırt tarihçi Zeki Velidi Togan bunlardan biriydi.

Musa Carullah Bigiyef
Musa Carullah Bigiyef

Sultan Galiyev önemli bir portre. Birçok yerde karşılaşıyorum. Bolşevik ihtilalinin önemli şahsiyetlerindenken daha Lenin döneminde üst yönetimle ters düşüyor. Stalin döneminde de hapsediliyor ve akıbeti sonrada meçhul. Bolşevikler tarafından onun fikirlerini benimseyenler Pantürkizm’le suçlanıyor. Başkırdistan topraklarında doğdu fakat Tatar asıllı. Ufa’da onunla ilgili bir şeye rastlamayınca Tataristan’da bana rehberlik yapan arkadaşa sordum, Kazanda onunla ilgili bir şey var mı? Benim orda olduğu sürede gözüme ilişmedi. Bazı sokak isimleri onun adına olduğunu söyledi. Birde bana bir şaşkınlığını anlattı; Türkiye’den gelen bir kafilede sol görüşlü birisinin Galiyevi övmesine şaşırdı. Bizim burada onu milliyetçi çevreler sever solcular değil. Doğru Türkiye’de onun hakkında yazılan ve çizilen şeyler sol çevrelere ait. Çevremdeki insanlara onu okuyup okumadıklarını sordum? Genel manada sağ çevrelere sordum, çoğu ismini bile duymamış, okuyanda hiç yok. Geçmişi sol çevrelerde olan amcamın oğluna sordum tanımayı bırak Atilla İlhan’ın kaleminden üç kez okumuş. Milliyetçilik ve solculuk anlayışı, Türkiye’dekiler ile Boşevik idaresi altında yaşamış Türkler arasında farklı.

23-29 Kasım 2013 Kazan Seyahati

Kazan Kremlin
Kazan Kremlin

23 Kasım da Kazan’a seyahat ettim. Takıp eden günün gece yarısı 03:20 sularında Kazan havalimanına indik. Otel rezervasyonunu internetten yapmış, havalimanına da taksi istemiştim. Eh otel taksi gönderirse normalden daha pahalı olacağı malumumuz. Neyse biz valizi aldık çıkarken kapıda ismimizin yazılı olduğu bir A4 kağıdıyla bekleyen cüsseli taksiciyle karşılaştık. Taksicinin civarında başkaları da bakınıyordu gelenlere.  Arkadaşa fiyatını sordum 50 Usd dedi. Buradan şehre 25 km, hemen Çin’le kıyasladım ki, beni Pekin’den alırdı 300 km’lik yola getirirdi taksici. Yolda 30 Usd de otoban parası verirdi toplam 100 Usd. Burada benzin Çin’in yarısı hemen çok para dedim. Bu tür kıyaslama pek doğru olmuyor ama gene de yapıyorum. Taksici sözlerimi anlamayınca hemen danışmaya gittik ve oradakine durumu anlattım. Taksiciye anlattı ama oda beni otel gönderdi bu parayı vermek zorunda olduğumu söyledi aksi takdirde otele ödemem gerekecekmiş. Danışmada çalışana sordum bu işin normali ne, oda çok pahalı söylüyor civardaki taksi 15 Usd’ye getirebilirmiş. Peki 30 Usd önerdim otelin organize ettiği her zaman pahalı olduğu için fakat bizim taksicinin cüssesi gibi kararları da sert. O zaman biz hesabımızı otelle görürüz deyip diğer taksiciyle anlaştık ve otele onunla geldik. Bizi getiren taksicinin telefonunu aldım daha sonra Çuvaşıstan’a giderken de onu kiraladım. Taksicilerle vukuatlarım hiç bitmez bazen 3-5 Usd gibi paralar içinde yapıyorum. Nedenini bilmiyorum ama yolda taksiden çok inmişliğim var. Çin de karakola bile düştük.

Kul Şerif Cami
Kul Şerif Cami

İlk günüm Kazanda cuma gününe denk geldi. Otel odasının penceresinden bir camii gördüm cumaya oraya gittim. Daha sonra isminin Mercani Cami olduğunu öğrendim ki, 1552 de Kazan Hanlığının Rus istilasından sonra 2. Katerina tarafından izin verilerek 1767 de yapılan buranın en eski ve büyük cami. Tavanları metro garlarındaki binalara benziyordu. Caminin müştemilat kısmı da en az cami kadar vardı. Hutbede hoca aşure gününden ve üç günden fazla konuşmama hakkında vaaz etti. Halka nazaran burada ki konuşmalardan daha fazla şey anladım çünkü ortak Arapça kelimeler çok kullanıldı.  Cuma’dan sonra, oradaki müştemilat odalarından birine gelin ve damat geldi. Odada ki   büyükçe masa yerel pasta türü yiyeceklerle donatılmıştı, sonra imam geldi kapıyı kapattılar izleyemedim. Bu tür organizasyonlar buralarda meşhur. Caminin diğer müştemilatlarında aşhaneden tutun toplantı salonlarına kadar çok odalar vardı. Kapıdaki görevli, imam ve müezzin haricinde buralarda vazife yapanlar hep kadındı.

1767 yılında yapılan Mercani Cami
1767 yılında yapılan Mercani Cami

Kazandaki ilk günümde günüz -6 derece gösteriyordu, akşamları ise -10 ama soğuğu abartarak giydiğimden dışarıda akşama kadar yürüdüm. Otelden çıkarken yanıma harita aldım. Caddeler Roma dönemi gibi, çok geniş ve hep dik olarak sokakları kesiyor. Şehrin en önemli caddesi “Bauman”, trafiğe kapalı, her yer bu caddenin civarında. Kremline (iç kale manasında, Moskova ile özdeşleşse de bütün Rus şehirlerinde var.) kadar da gidiyor. Kartpostallarda ve fotoğraflarda bütün tarihi binaların bir arada görüntülendiği yer Kremlindir ki, Etrafında iç surlar var. Kazan hanlığı döneminde dış surlarda vardı. Halk buralarda yaşardı.

Kremlin Kazan hanlığının merkezi idi. İstanbul da ki, Topkapı sarayı gibi boğaza dirsek yapmış. Kazan’ın simgesi olan son Han’ın hanımının ismini taşıyan “Süyümbike Kulesi”, Katedral ve kiliselerin yanında son dönemde yapılan ve yeni simge haline gelen “Kul Şerif cami” hep bir arada. Kul Şerif, 1552 yılında Rus istilasına talebeleriyle direnmiş ve oranın milli kahramanı haline gelen bir hoca. Bizim sütçü imam gibi. Bu camide onun ismini almış. Son derece estetik bir yapı. İşin doğrusu kazan ve civarında ki bütün camiler estetik. Sadece camiler değil, bütün kilise, manastır ve katedrallerde öyle. Buralarda minareler bizdeki gibi yüksek değil. Bina mimarisine son derece uygun tabi birde eskiden Çarlık döneminden kalma seyyar minare alışkanlığı vardı. 1742 de çıkan kanunla Kazan Vilayetindeki bütün camilerin yıkılması emredildi ve yenilerinin yapılması da yasakladı. Bu kanunda sonra Kazan Vilayetindeki 536 camiden 418’i yıkıldı ve yakıldı. Büyükçe ev veya okul tarzında seyyar minareli camiler sanırım bu dönemin ürünü. Rus askerleri köylere geleceği vakit minareleri sökülüyor gidince tekrar monte ediliyordu.

Kazan'ın Sembolü Süyümbike Kulesi
Kazan’ın Sembolü Süyümbike Kulesi

Buralarda cami, müze ve buna benzer organizasyonlarda hep kadınlar var. Kul Şerif caminin girişindeki bir bekçi hariç diğerleri hep hanımdı. Cuma namazına gittiğimiz Mercani cami gibi. Bize müzede yardımcı olan hanım, Türkçeyi iyi konuşan bir başka hanımla telefonda konuşturdu beni, oda bana, Türkiye’den gelen misafirlerin de tanıdığı rehberin telefonunu verdi. Neyse bizi 27’si akşamı camide yapılacak programa da davet ettiler. Denilen vakitte orada olduk. Program caminin zemin katında müze kısmındaydı. 3-4 kişi hariç diğerleri hep hanım misafirlerdi. Önce iki hanım değişik ilahiler okudu, ardından müzenin müdiresi sunuş konuşmasını yaptı ve kürsüye 70 yaşlarında, hacı abla diye adlandırdığı bir hoca hanımı davet etti. Hoca hanımın elinde Arap harfleriyle Tatarca yazılmış yırtık bazı sayfalar ve kendisinin Muhammediye diye tarif ettiği bir başka Arap harfleriyle yazılmış kitap ve kendi el yazısıyla yırtık kitaptan aldığı notlar vardı. Genel malumatlar üzerine konuşuyordu bazen de notlar yazdığı deftere bakıyordu. Komünizmin gelişinden 1990’a kadar herhangi bir kitap basılamamış, alfabe yasaklanınca (o dönemde Arap Alfabesi kullanılıyordu) bütün kütüphaneler tuğla yığını haline geldi.

Bauman Caddesi
Bauman Caddesi

Eskiden sakladıkları kitaplardan derlemeler yapıyorlardı. Hoca hanımın konuşmasını camideki gibi, halka nazaran daha iyi anlıyorum. Konuşmasında sık sık eski mollaların (hoca, alim manasında) kızlarının, Arapça, Farsça, Türkçe ve Tatarca bildiklerini ısrarla vurguluyordu. Muhammediye dediği Arap harfleriyle basılmış kitaba bazen bakıyordu ki, Arap alfabesine vukufiyeti belli. Programdan sonra çaya davet ettiler, üç erkek vardı, bakiyesi hanımdı. Tatar usulü pasta börek yapmışlardı. Bende getirdiğim lokumlardan ikram ettim. İlk kez erkeklerinde bulunduğu bir topluluğa vaaz eden bir hanımla karşılaştım. Rehber Arkadaşa bunu sordum, o da komünist ihtilalinden sonra Tatar erkeleri Ruslar gibi hep içki müptelası oldu, sadece kadınlar ayakta kaldı, camilere müsaade edildiğinde de ilk kadınlar camilere geldiler. Bundan dolayı bu tür faaliyetleri kadınlar yapar, erkekler pek bilmez. İşin doğrusu Cuma haricinde 3-4 kez camide bulundum hiç yaşlı erkek görmedim.

1917'de St. Petersburg'ta basılan Tatarca El Munbaar Gazetesi
1917’de St. Petersburg’ta basılan Tatarca El Munbaar Gazetesi

Ortaokul lise yıllarımda yazları pazarcılık ve balıkçılık (avlanma değil, satış) yapardım. Pazar, her zaman farklılıkların tespiti için iyi bir tecrübedir. Farklı detaylarla karşılaşılabilir. Kapalı bir Pazar yerine gittim. Kuru kayısı ve üzüm kısmı ilgimi çekti. Tezgâhta tam 30 ayrı çeşit kuru kayısı vardı ki, hepsi de Tacikistan’dan geliyordu. Tabi satıcılarda Tacik idi. Aynı şekilde çok çeşitli kuru üzümler vardı, onlarda Özbekistan’dan geliyor, onların satıcıları da Özbek. Bu tür mahsuller buradaki iklimin ürünü değil ama enva’i çeşidi var. Sanırım bu da buraların Orta Asya ile nedenli güçlü ticari bağını gösteriyor. Birçok bölgelerin Müslüman olmasında tüccarların rolü büyük. Tüccarların dili kavrayışı farklı. Eskiden babası Urfa’da esnaf olan bir arkadaşım anlatmıştı, eski Urfa da esnaflar: babası da dahil, orada yaşayan değişik kültürlerin (Arap, Yahudi, Ermeni, Kürt) dillerini iyi bilirdi. Buradaki tüccarlarla da çok iyi anlaştık, bu bölgelerde yaşayan diğer Türk lehçelerine de hakimler. İnsanlarla irtibat kurmada tüccarlar özel kabiliyet kazanıyor olmalı. Bugünkü alfabe insanlığa tüccar millet olan Fenikelilerin hediyesidir.

Kazan'da Kapalı Pazarda Kayısı Tezgahı
Kazan’da Kapalı Pazarda Kayısı Tezgahı

Son gün Kremlin civarında dolaştık. Hemen Kremlin’in yakınında 1804 yılında yapılmış Rusya’nın 2. Üniversitesi olan Kazan üniversitesi var. Buraya bağlı 17 fakülte 105 akademik bölüm olduğunu söylediler. Üniversiteye ait binalar çok güzel, 18. Asrın sonuna ait mimari yapılar. Etrafta Çarlık Rusya’sının son zamanlarında yapılmış başka estetikte binalarda var. O dönemde Kremlin’e mekân olarak da yakınlık, soyluluk göstergesi. Eski soyluların yaptığı binaların şimdi bir kısmı kütüphane türü faaliyetler için kullanılıyor. Genç Lenin heykeli Rusya da sadece Kazan Üniversitesinin önünde var. Çünkü burada hukuk tahsili yapmıştı. Kazan üniversitesi mezunlarıyla da meşhur; Tolstoy, Lenin ve meşhur Tatar asıllı balet Rudolf Nureyev gibi dünya çapında tanınmış çok isim var. Bu civardaki soyluların yaptığı binaları, komünizm geldiğinde yıkmak istenmişlerdi: kapitalist ürünü diye ama bazıları karşı çıkmış, yapılmış binayı kullanalım. Bununla beraber bazı ince süslemeleri tıraşlamışlar. Bolşeviklerin yaptığı binalar ise düz, tezyinatsız ve gün ışığından fazlaca faydalanılsın diye geniş pencereli.

Bu seyahatin son ziyareti, Kazan’ın birazda dış mahallelerinde kalan bir yer; bütün dinlerin mabetlerinin yapıldığı bir kompleks. Binaların iç kısmı tam bitmemiş. Rus bir ressam, ailesinden kalma araziye bu binaları kendi parasıyla yaptırıyor. İnşaat yavaş gidiyor çünkü yaptığı resimleri sattıkça eline geçen parayı inşaata harcıyor. Büyükçe bir kompleks.

Rus şehirlerinde Çarlık Rusya’sından kalma bale, tiyatro gibi sanatların icra edildiği binalar özenerek yapılmış ve en uzak bölgelerde bile var. Ayrıca buralarda kilise, manastır ve katedraller çok. Gördüklerimin hepsi de çok güzel ve sanat abidesi gibi. Ormanlar çok olduğu için ağaç işleri de çok. Hatta eski kale şehirlerin dış surları hep ahşaptan. Kazan Hanlığında da böyle, eski Volga Bulgarlarının şehirlerinde de böyleydi.

Kremlin Yakınında Çarlık Rusya'sın dan Kalma Bina
Kremlin Yakınında Çarlık Rusya’sın dan Kalma Bina

29 Ekim 03;20 de yolculuk vardı. 29’unda 24;00 suları hava limanına gittik. Tabi 24;00’den sonra 30 oldu. Biz uçağa biniş kartı işlemlerini yaparken görevli ismimi bulamayınca biletimi istedi, biletimin düne ait olduğunu söyledi. Evet, hep kritik saatlerdir gece yarısından sonraki biletler, normalde hep dikkat ederdim, aklımda bir gün öncesini tutardım ama bu sefer kaçırmışız. Biletimiz 149 Euro’ya ucuz promosyon bileti olduğu için yandı. Eh ne yapalım, bizde yeni bilet alırız, tabi varsa. Bilet reyonuna gittik bilet yok dediler, business olsun, o da yok. Yedek yazın, sistem kapalı zaten çok yedek var. Bekleyelim sistem açılır belki, hayır açılmaz, zaten fiyatı da 1200 Euro. Bizim elit- plus kartı var, yok mu yolu, yok. Eh ne yapalım, “sebepler aleyhimizde ittifak etti”. Alacak derslerimiz var kesin. Başka hangi havayollarıyla gideriz sorduk, Aeroflot’a (Rus hava yolları) da bakın dediler, bizde oraya gittik. Orada da birkaç biletin kalmış, tabi direk uçuş değil, Moskova üzerinden ve 600 Euro, buna da sağlık ama sanırım benim alacağım ders belli, bundan sonra Ural ve Sibirya taraflarına gitmeyi düşündüğümden THY yerine Aeroflot’la Moskova üzerinden oralara ulaşmak hem ucuz hem de alternatif çok. Eh yarım gün ve biraz kaybımız oldu ama getirisi daha iyi olacak gibi veya ben kendimi öyle teselli ettim.

Kazandan, önce Moskova’ya, oradan da İstanbul uçağına bindim. Yanımda anne- kız oturuyordu, kadın kızının cam kenarında oturmak istediğini dolayısıyla koltukları değiştirebilir miyiz diye sordu, olur dedik. Kadın Moskova da meskûn ama aslen Gagavuz muş. İstanbul’a kız kardeşinin düğününe gidiyor. Bu söylediklerimi bana çok net bir Anadolu Türkçesiyle anlattı. Onlarda bizim gibi Oğuz Boyundan ama bu kadarını da beklemiyordum. Kadının konuştuğu her kelimeyi anladım. İran’a çok sık gider gelirim, onların Türkçesinden daha anlaşılır. Şayan’ı dikkat bir mesele ki, Moldovya çok ters kalır bize. Muhtemelen başka faktörler var onların Anadolu Türkçesine en yakın şiveyi konuşmalarında. Doğrusu orası hakkında yazmak isterim ama onu da o bölgelere gittiğimiz zamana bırakalım.

Lale Farsça bir kelime, bizim kültürümüzde terin tesiri vardır. Osmanlıya İran’dan geldiği ve bizden de Hollanda’ya gittiği düşünülüyor. Ama buradaki Türkler diyor ki lale bizim sembolümüz ve kültürümüz için çok önemli. Uzun kış günlerinden sonra ilk ortaya çıkanlar lalelerdir. Bahar’ın sembolü olarak burada kabul ediliyor.

16. asırdan sonra buralara Ruslar geldi. Bugün kalabalık bir Rus nüfusu var. Onarların da buralarda etkileri var. İklim kültürü ve dini bile etkiliyor. Slavlar pek benim bilmediğim konu. Burada haklarında öğrendiğim bazı şeyler oldu.

Ayı bizde kabalık sembolüyken burada Ruslar arasında aslana denk muamele görüyor. Buraya has bizdekilere nazaran daha iri mantı var. Dana, at, geyik etinden yapıldığı gibi bazı bölgelerde ayı eti de kullanıldığını söylediler. Ayı oğlu soyadı burada var. Mesela Medved ayı demek, Medvedov aşağı yukarı ayı oğlu demek. Hatta bir dergide gördüm Putin ayının üstünde nehir üzerinden gidiyor. Bu tür resimler bizde at sırtında gösterilir. Moskova’nın kuzeydoğusunda “Yaroslav” diye bir şehir var. Her tarafta baltalı ayı heykelleri ile meşhur. Efsane o ki, buranın halkı ayıya tapıyormuş. Yaroslov adındaki prens buraya gelir, yerli halkta karşısına taptıkları ayıyı çıkarır, Prens elindeki baltayla ayıyı öldürür. Böylece buranın simgesi baltalı ayı olarak kaldı.

Yaroslavl Şehrindeki Baltalı Ayı
Yaroslavl Şehrindeki Baltalı Ayı

Buralarda Ruslar hakkında içki ile ilgili hikayelerde çok, ata sözleri de ona göre kurgulanmış. Atasözlerinin çoğu diğer kültürlerle bağlantılı sadece anlatım farklı, diğer kültürlerden benim duyduğum en farklısı “çirkin kadın yoktur, biraz votka vardır”.  

Ruslarda yaklaşık Türklerin Müslüman oldukları dönemlerde Hıristiyan oldular. Biraz espri olsun diye hikâye ederler. “Din değiştirme arifesinde semavi dinlerden Müslümanlık ve Hıristiyanlığı araştırıyorlardı. Müslümanlıkta ki çok evliliği uygun buldular fakat iş içki yasağına gelince hemen elediler”.

İdil- Ural Boylarının Hac Yolculuğu

Kul Şerif camisinin giriş ve bodrum katı müze olarak işlev görüyor, cami kısmı 1. Kat. Burada çalışan birisi gezdirdi beni. Yarım yamalak Türkçesiyle anlaşmaya çalıştık. Orada çok ilginç bir harita vardı, Hacca gidiş yolları üzerine. Uzak beldelerin hac yolculukları benim zihnimi meşgul eden bir meseleydi. İşte bu harita da en uzak belde kabul edilen Kazan’dan Hicaz’a olan yol güzergahını gösteriyordu. Doğrusu çok sevindik. Resimlerini çekmek istedik ama ışıklandırmadan dolayı çektiğimiz fotoğrafların üzerinde hep yansımalar oluşuyordu. Sağ olsun müze görevlileri çok yardımcı oldu. Bazı lambaları kapatarak denedik ve bulabildiğimiz en iyi fotoğrafları çektik.

Rusların İşgalinden sonra İdil- Ural bölgesinde yaşayanların hayatı çok zor geçti. Hayat bu denli çile ve cefa ile yoğrulunca iradeler de ona göre çetin oluyor. Bu bölgenin insanının tek zorlukları Ruslar değildi. Hicazın en uzak ve kör noktasında olduklarından hac seyahatleri ve seçilen güzergahları da ona göre oluyor. Evliya Çelebi’nin “hac yolu” isimli eseri var elimde ama oda sadece İstanbul Hicaz arasını anlatıyor. Bu yollar emniyeti sağlanmış nispeten kısa yollar. Birde düşünün karanlıklar ülkesinin eşiğindeki ve en kuzeydeki Müslüman bölge olan İdil – Ural bölgesinin hac güzergahı ve bu güzergâh da yaşananlar. Umarım iler ki seyahatlerim de onunla ilgili hatıratlar bulurum. “Her arayan bulamaz ama bulanlar arayanlardandır.”

Harita üzerinde iki ana güzergâh vardı. Birisi, “Kazan, Novgorad,Moskova,Oryol, Kiev, Odesa, İstanbul, İzmir, Kahire (Port Sait- Suveyş), Medine- Hicaz[2]”.  Bu yolculuk bir buçuk yıl süren kısa olanıydı. Ama 19. asırdaki savaşlardan dolayı bu güzergâh tehlikeli bulunduğu için ikinci bir güzergâh olan Orta Asya yolu seçilirdi. Bu yol toplamda iki yıl süren çok uzun ve meşakkatliydi. Bu yolculuktaki menziller; “Kazan, Samara, Uralsk, Orenburg, Orsk, Kızıl orda, Semerkant, Herat, Kabil, Peşaver, Lahor, Haydarabad, Bombay, Aden ve Mekke- Hicaz”. Görüldüğü üzere bugünün coğrafyasına göre tam altı ülke toprakları kat edilerek menzile ulaşılıyor. Eh! Her halde bu yolculuğa çıkmak için hem çok zengin hem de derviş olmak lazım ya da İdil – Ural bölgesinde yaşayanların hamurundan.

Çuvaşistan- Çeboksar

Çuvaşistan
Çuvaşistan

Kazan’a gitmişken 2-3 saat mesafedeki “Çuvaşısta”nın başkenti “Çeboksar”a da gittik. Türklerden benim bildiğim Hıristiyan olmuş iki topluluktan birisidir Çuvaşlar (diğeri Gagavuzlar). Kazan hanlığını 1552 de Ruslar yıktıktan sonra oradaki halkları din değiştirmek için zorla vaftiz etmeye çalıştılar. Tatarlar ve Başkurtlar direndi fakat Çuvaşların çoğu vaftiz olarak din değiştirdi.  Onların dil yapıları Volga Bulgarlarına benziyor ve onların devamı olarak kabul ediliyor. Birde orada 2-4. Asırdan beri yaşayan “Fin-Ugor” dil gurubuna bağlı olanlarda zamanla Çuvaşların içinde erimiş.

Çeboksar diğer şehirler gibi nehir kıyısında kurulmuş güzel bir yer. Bu şehirde çok fazla kilise gözüme çarptı. Rehber arkadaşın yönlendirmesiyle şehir merkezinde bir cami bulduk, ayni Tataristan havalisinde olduğu gibi cami tuvaletlerinde musluk yok. bol miktarda plastik ibrik var. Ayni sistem Fas da ki camilerde de vardı. Hem de Atlas okyanusunun kıyısında yapılmış o muhteşem 2. Hasan Cami de dahil.

Camidekilerden helal lokanta sorduk bize pazarın yanındaki bir seyyar lokanta tarif ettiler. Ayrıca Türkiye’den bir müteşebbis ‘in de lokantası varmış ama biz hep yerel yemekleri seçtik. Buradaki Pazar, bizim Karaköy, Demirciler sitesi türünden yerler ama buradakiler yarı açık. İklim çok soğuk olduğu halde böyle bir uygulama devam ediyor.

Çeboksar, Çuvaşistan
Çeboksar, Çuvaşistan

Bulgar Şehri

Kazan’ın yakınlarında önemli bir tarihi şehir var; “Bulgar”. Nehrin diğer yakasında, yaz mevsiminde vapurla Kazan’dan Bulgar’a geçiliyor ama kış olduğu için biz arabayla geçtik. Bulgar, tarihteki ismi “İdil- Bulgarları” olan devletin başşehriydi. İdil (Volga) nehri boylarında kurulduğu için bu ismi aldı. Tuna boylarına kurulan devlet ise “Tuna- Bulgarları[3] diye anıldı.

Tarihi Bulgar Şehri
Tarihi Bulgar Şehri

Bulgarlar, Batı Hun İmparatoru Atilla’nı ölümünden sonra (453) doğuya dönen oğlu “İrnek”in ordusunda ki Konfederasyonlardan birini oluşturuyorlardı. Kafkasların kuzeyinde Asya’dan gelen başka Türk boylarıyla karışmasından “bulamak” manasına gelen Bulgar ismini almışlar. 6. yüzyılın sonlarına doğru Kuban Nehri, Azak Denizi ve Karadeniz kıyısında yaşayanların katılmasıyla “Han Kubrat” (kurt) liderliğinde Bulgar boyları birliği oluşturuldu. Han Kubrat’ın ölümünden sonra doğudan gelen Hazarların saldırısıyla dağıldılar. Bazıları Hazarların hakimiyetini kabul ederken, bazıları da kuzeye giderek bugünkü Çuvaşların ve Tatarların yaşadığı yer olan İdil ve Kama nehirlerinin birleştiği bölgeye yerleştiler. Bu bölgeler önemli su yolları ile ticarete, verimli topraklarıyla Ziraat’a, ormanlarıyla avcılık ve arıcılığa uygun olduğundan, İdil- Bulgarları zamanla burada ekonomik olarak gelişti ve bu sayede kültür seviyeleri de yükseldi. Bu bölgede Bulgar, Biler, Suvar, Oşal ve Tetiş gibi önemli ticaret ve kültür merkezleri kuruldu.

Bağdat'tan gelen İbn Fadlan'ın ve ekibi Bulgar'da
Bağdat’tan gelen İbn Fadlan’ın ve ekibi Bulgar’da

İdil- Bulgarları bir taraftan, Rus, Baltık ve İskandinav ülkeleriyle öte taraftan Türkistan, İran, Arap ve Bizans ülkeleriyle karşılıklı ticaret yapıyorlardı. İslam ülkelerinden gelen tüccarlar vasıtasıyla İslam dini ve kültürü yayıldı. “Bulgar hanı Yaltavar oğlu Almış Han 920 de Müslüman oldu” ve Bağdat’a elçi göndererek Bulgar halkına dini öğretecek alimler; cami ve kale yapımı için mimarlar istedi. Halife “Muktedir – Billah Cafer” de meşhur “coğrafyacı İbn Fadlan” ın Katipliğini yaptığı bir elçilik heyeti gönderdi. Bu seyahat sırasında geçtiği bölgeleri de anlatan İbn Fadlan, o bölgelerde Müslüman olmuş Türk boyları ve Hazar devletinin içindeki cami, kilise, sinagog ve Pagan mabetlerini, ayrıca İdil nehri kenarında çadır kuran Ruslarla karşılaştığını ve onların çok güzel bir ırk olduğu detaylarına kadar anlatmış.

İslam ilk kez topraklarının çok uzağında karanlıklar ülkesi eşiğinde ve kendi ortamının dışında bir bölgeye yerleşti. Müslümanlaşma Bulgarların hayat standartlarını artırdı. Yazıyı öğrendiler ve şehir hayatları değişti. Kazılar Bulgar şehrinin, iki camisi ve hamamları olan elli bin nüfuslu bir şehir olduğunu ortaya koydu. Bu bölgede özellikle deri tabaklama ve kunduracılık temelli bir sanayi doğdu. Bulgar çizmelerinin şöhret kazanmasına ve birçok pazar bulmasına da yol açtı. Bulgar devleti 13. Asırda doğudan gelen Moğol orduları tarafından yıkıldı.

Bulgar köyünde büyük bir müze var. Müzede özellikle Müslüman olacakları sırada Abbasi Halifesinin gönderdiği elçilik heyetinin yol güzergahının çizildiği harita, heyetle Bulgar Hanının çadırında kabulü ve buna benzer resimler var. Bizi ilgilendiren başka büyük ve küçük değişik haritalar da vardı. Bu aynı zamanda haritacılığın o dönemde İslam Dünyasındaki gelişimini de gösterir.

En Büyük Kur'an
En Büyük Kur’an

Bulgar köyündeki mevcut müzenin haricinde kubbeli bir yapı var. Bugün dünyanın bilinen en büyük Kur’an’ı orada muhafaza ediliyor.

Bulgar şehrinde her şey ahşaptan yapılmıştı. İç ve dış kale duvarlarından, şehrin giriş kapısına oradan da camisine kadar. Bulgar köyünde bugün, daha sonraki dönmelerden kalma taştan yapılmış bir minare ve kubbe kalmış.

Bulgar köyünün yakınında ziyaretçiler için eski bir Tatar köyü inşa edilmiş. Köyde, yel değirmeni, su değirmeni, mandıra, ambar, ahırlar ve hayvanlar, sütün taşınması için fıçı ve kızak, klasik bir Tatar evi. Tatar evi bizim Anadolu’daki evlere benziyor.

05.11.2014, İstanbul

Nazmi Emin

[1] Mir Said Sultan Galiye: (1892-1940?) Millî komünizm akımının başlatıcısı, Asya’daki Müslüman Türker’i federal bir sosyalist devlet içinde birleştirme çalışmalarıyla tanınan Kazanlı Türk düşünce ve siyaset adamı.

Sultan-Galiyev
Sultan-Galiyev

Günümüzdeki Özerk Başkurdistan bölgesinde doğdu. 1917 Şubat devriminde Bütün Rusya Müslüman Hareketi’nin sol kanadında yer aldı ve Müslüman Kongresi Yürütme Komitesi sekreterliği için Moskova’ya davet edildi. Mayıs 1917’de Rusya Müslümanları Kongresi’nde genel sekreterliğe seçildi. Galiyev’in 1919 ve 1920’de İdil-Ural Cumhuriyeti kurma projesi Lenin tarafından şovenist eğilimler taşıdığı gerekçesiyle reddedildi. 1920 yılında Zeki Velidi (Togan) ve bir grup önde gelen Müslüman aydınla Turan Federe Sosyalist Devleti oluşturmayı amaçlayan İttihat ve Terakki adlı örgütü kurdu. Ancak Sovyet devriminin geleceği ve komünist politikalar hususunda Moskova’daki Bolşevik liderliğiyle Sultan Galiyev arasındaki fikir ayrılıkları belirginleşmeye başladı ve giderek merkezîleşen Moskova yönetimi Müslüman halkların beklentilerini kısıtlama yoluna gitti. Bu dönemde Moskova’da Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde hocalık yapmakta olan Galiyev, devrimin vaatleri konusunda hayal kırıklığına uğrayınca muhalefetini açıkça ortaya koymaya başladı. Jiznnatsionalnostey gazetesinde 1921’de neşrettiği “Müslümanlar Arasında Din Karşıtı Propagandanın Mahiyeti” başlıklı makalelerinde Bolşevikler’in İslâm ve din karşıtı çalışmalarını eleştirmesi Stalin ile ilişkilerini gerginleştirdi.

1923’te burjuva milliyetçisi olmak, Türkiye ve İran gibi ülkelerde bağlantılar tesis ederek Sovyetler ’in milletler politikasına karşı faaliyette bulunmak gibi ithamlarla tutuklanarak yargılanan Galiyev aynı yıl içerisinde devrime olan büyük katkılarından dolayı serbest bırakıldı. 1923-1928 yılları arasında bir taraftan teorilerini geliştirirken bir taraftan da örgütlenme faaliyetlerine devam edip Türkistan Sosyalist Partisi’ni kurdu.
Galiyev 1928’de Turancı, karşı devrimci ve Troçkist gibi suçlamalarla yeniden tutuklandı. Partisi tasfiye edildi, on yıl çalışma kampı cezasına çarptırılarak Sibirya’da Solovki çalışma kampına gönderildi. Bundan sonraki akıbeti hakkında farklı rivayetler bulunmaktadır. 1939’da serbest kaldığı bildirilen Galiyev’in Müslüman cumhuriyetlerde ikameti yasaklandığı için Kazan’ın güneyinde Kuybişev’e yerleştiğine, ancak 1940 veya 1941’de idam edildiğine inanılmaktadır.

[2] Hicaz; Arabistan yarımadasında Kızıldeniz’in doğu sahili boyunca uzanan ve Haremeyn ile mikat (ihrama girilmesi gereken bölge) yerlerini içine alan coğrafî bölge.

[3] Tuna- Bulgarları; Bulgarların Tuna boylarına göç eden kısmı. Bu gurup zamanla o bölgede kuvvetlenmek için Güney Slav ırklarıyla birleşmeleri, onların adına yeni karışım ve asimilasyonun da başlangıcı oldu. 1. Boris zamanında (865) Hıristiyanlık devlet din olarak kabul edilince, Bulgarlarla Slavlar daha da kaynaştı. Bu kaynaşma devlete kendi adlarını vermiş olmalarına rağmen, Slav dili ve kültürü içinde erimeleri biçiminde gerçekleşti. Yeni ortaya çıkan karışım bugünkü Bulgarların kökenini oluşturuyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu