Makaleler

Kızılbaş Aleviliğinin Yazılı Kaynağı; Buyruk

Kızılbaş Aleviliğinin En Temel Yazılı Kaynağı[1]

Kızılbaş Aleviliği, “kapalı Toplum” olduğundan kesintisiz bir tarihi sürekliliğe sahip olmamasına ve varlığını daha ziyade “sözlü kültüre” dayamasına sebep oldu.[2] Bununla beraber bu sözlü kültürün büyük bir bölümüne başkalarından saklanan yazılı metinler kaynaklık etti. S. Kutlu’ya göre, bugün Alevi Dedelerini ellerinde ve Türkiye kütüphanelerinde bulunan Buyruk Metinleri, Bektaşiliğe ait metinlerle karşılaştırıldığında, daha sistemli ve yaygın olduğu anlaşılacaktır.[3]

Buyruğun Tanımı

Ayfer Karakaya’ya göre Buyruk; “Geniş anlamıyla Aleviliğe dair dini metinlerin bir araya getirildiği mecmualara verilen umumi bir isim, dar anlamıyla ise bu mecmualarda yer alan Kızılbaş inanç ve ritüellerine dair temel kuralların açıklandığı metinlerin adıdır.”[4]

Doğan Kaplan’a göre Buyruklar; “Kızılbaş Aleviliğin tasavvufi ahlak ve ilmihal kitaplarıdır.”[5]

Fuat Bozkurt’a göre Buyruk; “Alevilerin, ilke, töre, tören ve söylencelerini içerir. Bu yapısı ile Buyruk, bir yol ve süreğin iç tüzüğü, daha doğrusu anayasasıdır. Alevilerce Kur’an’ı açıklayan ve tamamlayan bir kitap olarak benimsenir. Buyruk, çağlarca elden ele gezen ve baskı altında tutulan bir halk tabakasının el kitabıdır.”[6]

Mehmet Yaman’a göre Buyruk; “Alevilik yolunun inanç ve ilkelerini, ibadet biçimlerini, ahlak kurallarını ve geleneklerini anlatan kitaptır… Kısaca Buyruk, Aleviliğin programı, iç tüzüğü, anayasasıdır.”[7]

Rıza Yıldırım’a göre Buyruk; “Kızılbaş dini-toplumsal düzenin inanç esaslarını, ritüellerini, kurumlarını ve örgütlenme yapısını anlatan bir metin olarak ortaya çıkmış ve Şah Tahmasb döneminde son şekli verilerek kanon haline gelmiştir.”[8]

Özet olarak Buyruk, Kızılbaş Aleviliğinin en temel yazılı kaynağıdır ve dili de Türkçedir.

Buyruk’un İsmi

Buyruk’tan ilk söz eden Fuat Köprülü, bu eserin gerçek adının “menakıb-ı Evliya” olduğunu söyler.[9] Mehmet Yaman’a göre Buyruk yazmaları; Menakıb-ı İmam-ı Cafer, Menakıb-ı Şeyh Safi, Menakıb-ı Evliya, Hutbe-i Düvazdeh İmam, Menakıbname ve Menakıb’ul-Esrar Behçetu’l-Ahrar isimleriyle anılırlar.[10]

Buyruk kelimesi, bu metinlerde çok az geçiyor. Bu yazmalarda en yaygın başlık “Menakıp” olup bu başlığa göre ya Menakıb-ı Şeyh Safi veya Menakıb-ı İmam-ı Cafer-i Sadık olarak zikredilir. Bununla beraber 18. Yüzyıl sonlarından itibaren bu kitaplar için “Buyruk” ifadesinin kullanıldığı anlaşılmaktadır. Eserin esasını oluşturan hüküm cümleleri (buyurdu), İmam-ı Cafer ve Şeyh Safi başta olmak üzere, yol büyüklerinin bağlayıcı ifadeleri yani buyruklarıdır.[11] İşte Buyruk ismi bu buyurma ifadesinden mülhem.

Şeyh Safi Buyruğu ve İmam-ı Cafer-i Sadık Buyruğu

Buyruklar üzerinde çalışanların uzlaştığı görüş, bu kitaplar Şeyh Safi ve İmam-ı Cafer olmak üzere iki kategoriye ayrılmakta.[12] Kızılbaş Alevi geleneğinin 16. Yüzyılın sonundan itibaren Şeyh Safi Buyruğu olarak isimlendirdiği risaleler, Safeviler’in devam ettiği dönemde yazılan Buyruk’lardır. İmam-ı Cafer Buyruğu adlı metinler ise Safevi sonrası yazılan ikinci grup Buyruklar’ a işaret etmektedir. Bununla beraber birinci gurup buyruklarda son dönemlerde üretilmeye devam etmiştir. 18. Yüzyıldan sonra yazılan Buyruklar bir kitaptan ziyade artık bir metin ailesi hüviyetindedir.[13] ikinci gurup Buyruklar son derece azdır. Mesela D. Kaplan’ın çalışmasında 22 adet Buyruk tanıtımı yapmış, bunlardan on sekizi Şeyh Safi, dördü de Cafer-i Sadık Buyruğuydu.[14]

İmam Cafer Buyrukları elbette ki Şeyh Safi Buyruklarına göre yukarıda da izah edildiği gibi daha yakın dönemde derlenmiştir. Çünkü Safevi izleri yok olup Hacı Bektaş Dergahının öne çıkması, Safeviler’in yavaş yavaş belleklerden silinişini takiben batıdaki Kızılbaş Aleviler ile Çelebi Bektaşiler arasındaki artan yakınlaşmanın bir tezahürü olmalıdır. Dolayısıyla İmam Cafer Buyrukları, Şeyh Safi Buyruğunun değişen tarihi şartlara ve hassasiyetlere uygun olarak yeniden elden geçirilmiş şekli olduğu düşünülebilir.[15]

İmam Cafer Buyrukları ile Şeyh Safi Buyrukları arasında içerikle ilgili en belirgin farkın Safeviler ile Hacı Bektaşi Veli’nin görünürlük durumlarıdır. Şeyh Safi Buyruk’ları büyük oranda Şeyh Safi ile oğlu yani tarikatın ikinci şeyhi Şeyh Sadreddin arasında geçen soru-cevap formatındadır. En önemlisi de 16-18. Yüzyıl tarihinde hayatta olan Safevi Şahlar’ına kadar olan soy şeceresi verilir. Bu Buyruklar ‘da Hacı Bektaş-ı Veli’nin adı hiç geçmez. İmam Cafer-i Sadık Buyruk’larında ise Şah Hata-i mahlasıyla yazılan şiirler bir tarafa bırakılırsa Safeviler’e ait hiçbir ize rastlanmaz. Buna mukabil hem Hacı Bektaş’a hem de Kırşehir’deki Hacı Bektaş dergahına atıflar vardır.[16]

Yukarıda da belirtildiği gibi, Safeviler’in sahneden çekilmesiyle Anadolu’nun batı bölgelerinde kalan Kızılbaş Alevileri Bektaşi merkeziyle irtibat kuruyor. Yalnız burada irtibat kurulan Bektaşiliğin tarikat kısmı değil, Bektaşiliğe ait vakfın mütevellisi olan Çelebi Ailesi.[17] Bu aile, kendilerinin Hacı Bektaş’ın soyundan geldiğini iddia ediyor. Oysa asıl Bektaşi tarikatını devam ettiren, ikrar[18] veren “Babagan” kısmı olup Çelebiler ile çekişme halindeydiler. Bu Babagan gurubu mücerretliği-bekarlığı teşvik eder çünkü onlara göre Hacı Bektaş-ı Veli mücerretti. İşte ikinci tür buyruklarda mücerretliğe ait sert ifadeler bu çekişmenin ürünü. Mesela Caferi Sadık Buyruk’larında mücerretlik-bekarlığa sık sık atıflar vardır. “Mücerret ‘in imamlığı, mürşitliği söz konusu olamaz. Tanrı’nın gücünü, enbiyanın mucizesini, evliyanın velayetini, şeyhlerin kerametini, alimlerin ilimlerini gösterse ve yeşil kanat ile göğe uçsa vurup kanadını kırın! Ona imamlık ya da mürşitlik yaptırılmaz!” denir.[19] Şeyh Safi Buyruk’larında da evlilik önemli olmakla beraber bu tür vurgulara rastlanmaz.

Buyruk’un Teşekkül-Oluşum Süreci ve Yazılması

Safevi Tarikatı henüz tam bilinmeyen sebeplerle 15. yüzyılın ortalarına doğru kendi içinde ikiye bölündü. Birinci gurup Şeyh Safi’den beri gelen geleneksel tasavvuf çizgisini devam ederken, ikinci gurup yani Şeyh Cüneyt ve çevresindekiler mevcut çizginin dışına çıkıp çoğunluğunu Türkmenlerin oluşturduğu konar-göçer kitlelere yöneldi.[20]

İkinci Safevi Tarikatı yani Kızılbaş Sufiliği, töre ile tasavvufu birleştirip aynı zamanda dinide içine alan alternatif bir düzen inşa etti. Bu düzende inançlar, ibadetler, toplumsal kurumlar ve hukuk sistemi tam bir bütünlük oluşturuyordu. Yani bu tarikatın talibi her meselesini tarikat içinde çözüyor onun dışında bir merci aramıyordu.[21]

Safevi ülkesinde yaşayan Kızılbaşlar (ordu komutanları, valiler, aşiret reisleri ve Kızılbaş aşiretlerinin tüm fertleri) bir bütün olarak o dönemde İran’da cari olan Caferi fıkhına değil tarikata tabi idiler. Tarikata tabi olanların bağlı olduğu hukuk sitemiyle toplumun geriye kalanının tabi olduğu hukuk sistemi tamamıyla birbirinden ayrılmıştı.[22]

Buyruk’ta anlatılan inanç esasları, dini-toplumsal kurumlar ve ritüeller, ilk önce Safevi Tarikatının 15. Yüzyılın ikinci yarısında geçirdiği dönüşüm sırasında pratik hayatın içinde şekillendi. Bu dönemde yol ve erkan olarak ifade edilen bu yeni sufilik, büyük oranda sözlü kültür dinamikleri etrafında teşekkül etti.[23]

Buyruk üzerinde çalışma yapan araştırmacılar, metinlerin 16. Yüzyıla gittiği ve ilk buyrukların Safeviler tarafından yazıldığı konusunda hem fikirler. 16. ve 17. Yüzyılda tertip edilen buyruklarda bir farklılaşma görünmüyor. Çünkü o dönemdeki Safevi-Kızılbaş düzenin merkeziyetçi bir yapısı vardı.[24] Rıza Yıldırım’ın yaptığı Buyruk çalışmalarına göre, on bir adet buyruk yazması birbirinin aynısı olup, bunların Şah Tahmasb zamanında tertip edilen bütün buyrukların anası ve kök metin olduğunu tespit ediyor. Ona göre bu metin başı sonu belli standartlaşmış bir metindir. Bu ana metinden çoğaltılan metinler Safevi hanedanı çökünceye kadar devam etmiştir. Ondan sonra bu kök metin, tarihi şartlara göre çeşitlenmeye başlayan Buyruk yazmalarını besleyen ana damar olarak işlevi sürmüştür.[25]

Safevi Hanedanının çöküşüyle Kızılbaş Alevi toplumunda “dede ocakları” önem kazandı ve bu yeni düzenin omurgası haline geldi. İşte bu yeni dini-toplumsal düzenin merkeziyetçi olmayan yapısı, dini uygulamalara ve onların yazıldığı metinlere de yansıdı. Dolayısıyla Buyruk’u yüzlerce kopyası çoğaltılmış bir kitap olarak değil, 18. yüzyıl itibarıyla zamana ve mekâna göre sürekli yenilenen bir metin ailesi ve dinamik yazı türü olarak değerlendirmeli.[26]

Gölpınarlı, Buyruk’un Şah Tahmasb[27] zamanında (hük. 1524-1576) Bisati adlı birisi tarafından yazıldığını ileri sürer.[28] Buyruk üzerinde çalışanlar, Gölpınarlı’nın görüşlerini atıf yaparak onlarda Bisati’nin yazdığını kabul ediyorlar. Buyruk üzerindeki en kapsamlı çalışmaları, bizim tesbitimize göre Rıza Yıldırım ve Doğan Kaplan yaptı. Her iki eserde son dönem çalışmalarıdır. D. Kaplan’ınki 2015’de, R. Yıldırım’ın ki ise Ekim 2020’de basıldı. Her iki yazarın çalışmalarında, farklı Buyruklar üzerinde metin analizleri yapıldı. Özellikle R. Yıldırım’ın eseri çıtayı çok yükseltti. İşte bu iki yazar Gölpınarlı tesirindeki görüşü kabul etmiyor ve Kaplan’a göre Bisati’ye ait Şah Tahmasb’ı öven bir şiirin olmasından dolayı böyle bir kanaat edinilmiş, başka bir delilde getirilmemiştir.[29]

R. Yıldırım’a göre Buyruk, Şah Tahmasb vesayetinde halifetü’l-hulefa[30] makamlarınca hazırlandığı şüphe götürmeyecek kadar açıktır. Ona göre, eser dikkatlice incelendiğinde sadece Osmanlı ülkesindeki taliplere dönük propaganda aracı olmadığı, aksine Safevi askeri aristokrasisi başta olmak üzere Kızılbaş dünyasının tamamına hitap etmektedir. Bundan dolayı Safevi-Kızılbaş düzenini anlatan ana bir metin olarak kaleme alınmıştır.[31]

Özetle Buyruk, bir kişi tarafından sıfırdan yazılmış bir eser değildir. Zaten var olan küçük risalelerin, sözlü bilgilerin ve yerleşmiş uygulamaların derlenip düzenlenerek kitap haline getirilmesidir.[32]

Buyruk’un Muhtevası-İçeriği

Buyruk şekil itibariyle nesir-düz yazı ve nazım-şiir olmak üzere iki bölüme ayrılır. Ana metni teşkil eden nesir bölümlerinin aralarına şiirler serpiştirilmiş. Nesir kısmı, Şah Tahmas (1524-1576) döneminde yazıldı ve bu haliyle daha sonraki dönemlerde birçok kez çoğaltıldı. Ana metnin içinde çoğunluğu Şah Hata-i’ye ait olmak üzere, Kul Himmet, Pir Sultan Abdal, Adili, Bisati ve Seyfi takma adlı şairlere ait şiirler yer almaktadır. Adı geçen Kızılbaş Alevi şairlerin hepsinin 16. Yüzyılda yaşadığından, metnin şiir kısmı nesir kısmına yakın bir dönemde ilave edilmiş olmalı. Yani nesir kısmına ilave edilmiş şiirlerle beraber Buyruk çalışması 16. Yüzyılın sonlarına doğru son şeklini almış.[33]

Buyruk içindeki Şah Hata-i’ye atfedilen şiirler gördüğümüz kadarıyla Buyruk’ta anlatılan konuların şiir formatında sunulması gibi. Böylece bu tür konular şiirin cazibesiyle daha kolay şifahi kültürle taşınabiliyor. Bu şiirlerin Buyruk metniyle bu derece özdeşleşmesi gösterir ki en azından bunların bir kısmı dönemin Kızılbaş Alevi şairlerine ait olmalı.

Buyruk yazmalarının çoğaltıldığı ana-kök metin genel manada, menakıb, menakıb-ı evliya, menakıb-ı Şeyh Safı türünden ifadelerle adlandırılmasına rağmen ne Şeyh Safi’nin ne de İmam-ı Cafer-i Sadık’ın hayatlarına ve kerametlerine dair hikayeler içermezler. Bu menkıbelerde ana tema, bağlı bulunduğu yolun inançları, ritüelleri ve sosyal normlarının Şeyh Safi veya İmam Cafer’e, zaman zaman da Kızılbaş Alevilikte yer tutan diğer ulu şahsiyetlere atfen genellikle soru-cevap formatında aktarılmasıdır. Bu meyanda talibin, bir yandan mürşidi ile diğer yandan musahibi ile arasındaki ilişkinin nasıl yürütülmesi gerektiğine dair kurallar ile cem ibadetinin farklı aşamaları nispeten ayrıntılı bir şekilde açıklanır.[34]

Ana-Kök Buyruk Metni Şu Risalelerden Oluşmaktadır:

1)Buyruğun aslı: Metnin ilk bölümü olup, buradaki ifadelere göre Buyruk, Hz. Peygamber vefat edeceği zaman Hz. Ali’yi yanına çağırmış ve bir kısım gizli bilgileri ona vermiştir. Hz. Ali bu bilgileri hemen orada kitap haline getirmiş ki işte Buyruğun aslı budur. Bu vasiyetname Hz. Ali’den On İki İmamlara geçmiş, sonrada ehlibeyt silsilesiyle Şeyh Safi’ye ulaşmıştır. Ondan sonrada ardılları aracılığıyla sonraki nesillere intikal etmiştir.[35]

2) Sufiliğin Esasları: Bu bölüm tamamen soru-cevap şeklinde olup, Şeyh Safi’ye oğlu Şeyh Sadreddin tarafından sorulan sufiliğin inanç ilkelerine ait soruların cevaplandırılmasıdır.[36]

3)Halife[37], Mürebbi[38], Musahip[39]: Burada Kızılbaş Aleviliğinin üç ana kurumu olan Halife, Mürebbi, Musahiplik hakkındadır. Musahiplik, Buyruklar ‘da en çok kullanılan ifadelerden biridir.[40]

4) Tarikatta İkrar-Giriş Ayini ve Hadimlik: Genellikle Buyruklarda anlatılan konular, dört kapı sistemi içerisinde ikinci kapı olan tarikata ilişkindir. İkrar ve iman konuları bu bağlamda işlenmiştir. İkrar, kişinin şeyhi önünde tarikata girip bunu açıkça ifade etmesidir. Buyruklarda ikrarın önemi sıklıkla ifade edilir; çünkü ikrar imandandır.[41] Buyruklarda her seferinde şeriatın sahibi olarak Hz. Muhammed, tarikatın sahibi olarak Hz. Ali zikredilmiş ve Kızılbaşlığın bir tarikat olduğu vurgulanmıştır. Hadimlik bölümünde ise, gönülden hizmet etmek ve adil olmaktan bahsedilip bununla ilişkili olarak meşhur “Kırklar Meclisi Menkıbesi”[i] anlatılmaktadır. Buradaki önemli nokta, Hz. Peygamber bu meclise peygamber olarak alınmamakta, ancak “ben hadimü’l-fukarayım-fakirlerin hizmetkarıyım” dediği zaman kabul edilmekte.[42]

5) Seyr’ü sülük, Taç ve Tarikat Sualleri: Üç ayrı risaleden müteşekkildir. Birinci risale olan Seyr’ü Süluk’un yol almak anlamına geldiğini, yolculuğun esasının kötü işleri terk edip iyi işler yapmak suretiyle Hak’ta baki olmak olduğu ifade edilir. İkinci risalede Tacın hangi peygamberlere geldiği, renkleri ve sembolik anlamları soru-cevap tarzında açıklanmaktadır. Hz. Ali’ye inen tacın kırmızı olduğu belirtilir. Üçüncü risale ise, tarikatın temel kavramlarını öğretmek maksadıyla sorulara verilen kısa sembolik cevaplardır.[43] Bir rehber ve mürşidin bilmesi ve yola gireceklere öncelikle öğretmesi gerekecek sorulardır. Bu sorulardan birkaçı, yol anlayışıyla ilgilidir. Buna göre kimin oğlusun sorusunun cevabı, yol oğluyum; yol kimindir? sorusunun cevabı, yol Muhammed-Ali’nindir. “Muhammed-Ali’nin yolu hangisidir? sorusunun cevabı ise Şeriattır, Tarikattır, Marifettir ve Hakikattir.” Şeklinde verilmiştir.[44]

6) Üç sünnet-Yedi Farz[ii]: Tüm Buyruk metinlerinde ortak olarak geçen konulardan birisi üç sünnet-yedi farz anlayışıdır. Bunların ne olduğu sıralandıktan sonra bunları yerine getirmeyenlere ya da Kızılbaş Alevi literatüründeki ifadeyle, bunlardan düşenlere yani düşkün olanlara verilecek cezalar belirtilmiştir. Üç sünnet-Yedi Farz anlayışı, klasik İslam terminolojisinde kullanılan anlamların dışında; tarikatta sufiliğin ve dervişliğin uyulması gereken kuralları manasında kullanılmıştır. Nitekim Buyruklar ‘da yer alan Hata-i mahlaslı bir nefeste üç sünnet-yedi farz dervişliğin “on babı” olarak değerlendirilmiş ve her bab için bir dörtlük yazılmış.[45]

7) Tarikat Erkanı: Bu bölümde üslup ve anlatım, sufiliğin esasları bölümündeki gibi Şeyh Safi ile oğlu Şeyh Sadreddin arasında soru-cevap tarzındadır. Ancak buradaki konu inanç esaslarından ziyade Safevi Kızılbaş Tarikatı’nın temel kurumlarıdır. Risalede, mürşitlik, mürebbilik, mürebbi-talib ilişkisi, müsahiplik, cemde yürütülen hizmetler, tarık[46], düşkünlük[47], görgü[48] ve tercüman[49] gibi ana uygulamalar anlatılır.[50]

8) Seyyid Abdülbaki’nin Mektubu: Safevi Tarikatı’nda muhtemelen önemli birisi olanSeyyid Abdülbaki tarafından genel olarak taliplere hitaben yazılmış bir mektuptur. Mektup, Buyruğun esas konularının özeti mahiyetindedir.[51] Gölpınarlı bu mektubu Küçük Buyruk olarak adlandırdı.[52]

9) Hatime: Bu son kısım kısa bir bölüm olup, Buyruk’ta yer alan bilgilerin mahiyetini ve nasıl okunması gerektiğini anlatır.[53]

Buyruk’un Kaynakları

Atıf Yapılan Ayetler; Buyruklar ‘da farklı bağlamlarda hem ayetlere hem de hadislere atıflar var. Atıf yapılan ayetler arasında en çok kullanılan “biat ayeti” olarak da adlandırılan Fetih suresi 48/10 ayetidir.[54] Bu ayet çeşitli yerlerde kullanılmakla beraber daha çok “tarikata giriş” töreninde kullanılır. Yola girmek isteyen bir talibe, giriş töreni sonunda söylenerek girdiği yolun önemi, yola girmekle Allah’a biat etmiş gibi olduğu ve verdiği sözden dönmemesi tarzı hususlar hatırlatmış olur. Buyruklar ‘da geçen 60 farklı ayetleri Doğan Kaplan kitabında listeledi, detaylar için buraya bakılabilir. Buyruklar ‘da ayetlerin değişik bağlamlarda delil olarak getirilmesi dışında, bazen Fatiha, ayet-el kürsi, üç ihlas, felak ve nas sureleri şeklinde toplu atıfta da var.[55]

Atıf Yapılan Hadisler; Buyruklar ‘da ki hadislere gelince, en çok atıf yapılan hadis; “ben ilmin şehriyim, Ali’de kapısıdır.”  Bu hadis çok çeşitli, Şii ve Sünni kaynaklarda geçmektedir. Doğan Kaplan kendi çalıştığı Buyruklar ‘da atıf yapılan otuz kadar hadis tespit etti. Burada geçen hadisler hem Şii hem de Sünni kaynaklar taranarak listelenmiştir. Hadislerin bir kısmı hem Sünni hem de Şii kaynaklarda geçtiği gibi, bazıları sadece Şii kaynaklarında, bazıları da Sünni kaynaklarda geçmektedir. Bununla beraber tek-tük de olsa hadis kaynaklarında rastlanmayan ama meşhur mutasavvıflara atfedilen rivayetlerde var. Tasavvufi konularda hem Şii hem de Sünni gelenekten gelen ahlak hadisleri kullanılırken, siyasi konularda daha çok Şii literatüründe yer alan rivayetlere yer verilmiş.[56] Bizim baktığımız Buyruk çalışmalarında ayetlerde kaynak belirtilmiş ama hadislerde kaynak belirtilmesi sadece D. Kaplan’ın çalışmasında var.

Safevi Tarikatı Geleneği; Kızılbaş hareketinin omurgasını Safevi tarikatı oluşturmaktadır. Ancak bu birinci Safevi Tarikatının değişime uğramış şekli olduğundan, Erdebil dergâhı[57]ndaki ilk dönem tasavvuf uygulamaları ile örtüşmez.[58] Yani birinci Safevi Tarikatı klasik bir Sünni çizgi takip ederken, ikincisi batıni-gayri müteşerri bir yapıdadır.

Konar-Göçer Dindarlığı; Konar-göçerlerin dindarlığı, İslam Hukuku (şeriat) üzerine oturmayıp daha çok karizmatik şahsiyetlerle kurulan mistik bağlar tarafından şekillenmiştir. Bundan dolayı iyi bir Müslüman olmanın şartı evliyaya bağlılıktır. Doktrin bakımından bu dindarlığın özelliği ehli beyt taraftarlığıdır. Ehli Beyt imamlarına tabi olmak, onları sevmek ve onların düşmanlarından teberri-uzak durma en önemli şarttır.[59]

Fütüvvet-Ahilik Geleneği; Fütüvvet, Gençlik, kahramanlık, cömertlik anlamına gelir. Bu hareket başlangıçta tasavvufî bir mahiyet taşırken 13. yüzyıldan itibaren sosyal, iktisadî ve siyasî yapılanmaya dönüştü. Fütüvvetname ise fütüvvet’i konu alan veya fütüvvetin âdâb ve erkânı hakkında bilgi veren metinlerin ortak adı.[60]Anadolu’da Ahilik diye bilinen bu gelenek, Buyruk yazım türüne en yakın olanlardır.[61] Bu metinlerin içerikleri karşılaştırıldığında özellikle cem ayini, ikrar ayini, gülbank ve tercümanlar,[62] örgütlenme yapısı, efsaneler ve ehl-i beyt merkezli sufi yorumu bakımında uyum vardır. Buyruk’ta sıkça zikredilen “la feta illa Ali, la seyfe illa Zülfikar” ifadesi fütüvvet-Ahilik geleneğinin sloganı-özdeyişidir.[63]

Buyruk’ta geçen bazı menkıbelerin izleri fütüvvetnameler’de var. Buradan şunu çıkarabiliriz ki Buyruk’ta karşımıza çıkan menkıbeler Kızılbaş hareketi tarafından icat edilmediğini, köklerinin daha eskilere gittiğini ve bu menkıbelerin Orta Çağ Anadolu’sunda Ahiler tarafından bilindiğidir. 13., 14., ve 15. yüz yıllarda Ahiliğin temsil ettiği dindarlık biçiminin Kızılbaş Alevi Sufiliğinin önemli kaynaklarından birisi. R. Yıldırım’a göre Ahiliğin sönüşü ile Kızılbaşlığın ortaya çıkışı aynı döneme rastlar.[64]

Buyruk’ta olan ve Kızılbaş geleneğinin en önemli menkıbelerinden “Kırklar Meclisi”, belli farklar olsa da 14. Yüzyılda yazılan el- Burgazi’[65]nin fütüvvetname’sinde olması, bu menkıbenin o dönemde Ahiler arasında bilindiğini gösterir.[66]

Yine Buyruk’ta geçen ve Kızılbaş Alevi Sufiliğinin teolojik bakımdan ana referanslarından biri olan “Gadir Hum Menkibesi”[iii] aynıyla Buyruk’tan önce yazılmış fütüvvetname’de de var. Gadir Hum, Şia ve Sunni dünyasında bilinen bir olay ama Kızılbaş Alevi geleneğinde yer alan versiyonu fütüvvetname’deki gibi kendine has özelliklere sahiptir. Bu Fütüvvetname ibn Gaybi[67] tarafından 1451-1481 yılları arasında yazılmıştır. İşte ibn Gaybi’nin fütüvvetname’si, Gadir Hum’un bu versiyonunun bilinen ilk metin olup, daha sonraki yazılan fütüvvetnamelere ve Buyruğa model olmuştur.[68]

Abdal[69]-Derviş Dindarlığı; Abdalan-ı Rum[70] dindarlık anlayışı ve tasavvufi yorumları Kızılbaş Aleviler ‘in ana damarlardan birisidir. Bu dindarlık anlayışı 13- 15. yüzyıllarda Anadolu’da ve fethedildikten sonrada Balkanlar’da çok geniş kitlelere hitap etmiştir. İşte bu dindarlık anlayışından beslenerek yazılan bazı velayetnameler ve divanlar ’da (şiirlerin toplandığı eser) ki Alevi inancı, Buyruk’taki ile örtüşmektedir.

Bunların en güzel örneklerden birisi; bu muhitlerde yazılan Yemini’nin[71] Faziletname’sindeki [72] velayet, Hz. Ali ve on iki İmam ile ilgili tutumudur. Zaten Faziletname’nin kendisi de Kızılbaş Alevi toplumu tarafından neredeyse Buyruk kadar benimsenmiş ve birçok nüshası çoğaltılmıştır. Dahası Faziletname’de yer alan Hz. Ali menkıbeleri Kızılbaş Alevi ortak belleğinde önemli bir yer tutar. R. Yıldırım’ın Kızılırmak yayında (Çorum, Tokat, Amasya ve Sıvas) yaptığı saha çalışmalarında bu menkıbeleri dedelerden dinlemiş ve Alevi evlerinde tespit ettiği yazmalar içinde en fazla olan kitap; Buyruk’tan sonra Faziletname idi.[73]

Ehl-i Beyt Merkezli Tasavvuf Geleneği; Hayatının çoğunu İznik’te geçiren ve Kadiri Tarikatının Eşrefiyye kolunun kurucusu kabul edilen Eşrefoğlu Rumi (ö. 1469-70) Tarikatname[74] adlı eserinde koyu bir ehl-i beytçi sufi doktrini ortaya koymaktadır. Bu eser aynı zamanda kullandığı kavram ve terminoloji bakımından Buyruk’a en yakın metinlerden biridir.[75]

Buyruk’ta geçen Gadir Hum olayında bir gömlekten baş gösterme menkıbesi Tarikatname’de de karşımıza çıkmaktadır ki neredeyse aynı gibidir. Buyruk ile Tarikatname arasında birbirine çok yakın bölümlerden biriside Hz. Ali’nin vefatı ve defniyle ilgili menkıbedir[iv]. Bu menkıbede Eşrefoğlu’nun anlattığı bazı bilgiler 16. Yüzyıldan sonra sadece Alevi ve Bektaş’ı kaynaklarda görülür.[76]

İbn Gaybi, fütüvvetnamesi’nin haricinde, Şerhu Hutbetu’l-beyan adlı Hz. Ali’ye atfedilen bir hutbeye şerh yazdı. İbn Gaybi tıpkı fütüvvetname’sinde olduğu gibi bu eserinde de Hz. Ali merkezli İslam anlayışı ortaya koymaktadır. Eserin üzerine oturduğu inanç motifleri Buyruk’ta da tekrar edilmektedir. Ona göre peygamberlerin getirdiği bilgi herkese ulaşır, velilerin getirdiği bilgi ise sadece ehliyle paylaşılır. İbn Gaybi’ye göre bütün peygamberlerin müşkülleri Hz. Ali’nin vilayet nurunun yardımıyla hallolmuştur.  Buyruklar ‘da ayni bahis daha detaylı bir şekilde yer alır. Benzer bir örnek Miraç’la ilgili bir bölümde var. Kızılbaş Alevi geleneğinde çok yaygın olan menkıbeye göre Miraç’ta Allah, Hz. Peygamber ile konuşurken Hz. Ali’nin sesiyle konuşmuştur. Aynı menkıbe Şerhu Hutbetu’l-beyan’da bu şekildedir.[77]

Kızılbaş Alevi ozanların nefesleri; Buyruk şekil itibariyle nesir ve nazım olmak üzere iki bölüme ayrıldığından yukarıda bahsedildi. Ana metni teşkil eden nesir bölümlerinin aralarına konuyla ilgili şiirler serpiştirilmiş. Bu şiirlerin Çoğu Şah Hata-i’ye ait olmak üzere, Kul Himmet, Pir Sultan Abdal, Adili, Bisati ve Seyfi takma isimli nefesler-şiirlerdir.[78]

Buyruk’un Gizliliği

Kızılbaş Aleviliği deyince akla gelen konulardan biriside “sırrı faş etmemek” olarak bilinen gizliliktir. Şeyh Safi Buyruklarında, taliplerin bu Buyruğu okuyup dinlemelerini fakat münkir ve münafığa gösterilmemesi talep edilir. Çünkü bunlar evliya kelamıdır ve Ali’nin sırrıdır. Eğer gösterirlerse içinde bulundukları sohbet halkası onlara haramdır. Bu nedenle evliyayı tasdik eden inananlar bu vasiyetleri ve erkanı saklayıp ehil olmayan nadanlara göstermemeli. İmam-ı Cafer Buyruğunda da musahipsiz, mürebbisiz, muhabbetsiz ve bekar olan kimselerin yanında Buyruk okumanın zararlı olacağı çünkü onun nutuklarını işitip de inanmayan ve uygulamayan taliplerin ve sufilerin dört kapı, kırk makam ve on yedi erkandan nasipleri olmadığını söyler.[79]

Sırrı faş etmemek Kızılbaş Aleviliğinin şehirleşmeden (1950’den önce) önceki en önemli özelliğiydi. Muhtemelen bundan dolayı el yazması Buyruklar daha çok dede evlerinde bulunur: zira Alevilerce dede soyu kutsaldır; en bilgili olan, bilgiyi tekelinde bulunduran ve verdiği bilgiye inanılan yegâne güçtür.[80] Kızılbaş Safevi Devletinin kurulduğu ve Buyruğun yazıldığı dönemin İran’ında bile Buyruk, tarikat dışındakilere gösterilmediği Avrupalı seyyahlar tarafından nakledildi.[81]

08.04.2021. İstanbul.

Nazmi Emin


[1]Bu yazı, bizim “Kızılbaş Aleviliği ve Bektaşilik” adlı kitap çalışmamızın içinde bir bölümdür.

[2]Doğan Kaplan, Yazılı Kaynaklara göre Alevilik. 

[3]Alevilik-Bektaşilik Yazıları, Sönmez Kutlu.

[4]Vefalik, Bektaşilik, Kızılbaşlık, Ayfer Karakaya-Stump.

[5]Doğan Kaplan, Yazılı Kaynaklara göre Alevilik.

[6]Fuat Bozkurt, Buyruk.

[7]Mehmet Yaman, Buyruk.

[8]Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya.

[9]M.F. Köprülü, Türk Edebiyatında ilk Mutasavvıflar.

[10]Mehmet Yaman, Buyruk.

[11]Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya.

[12]Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya.

[13]Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya.

[14]Doğan Kaplan, Yazılı Kaynaklara göre Alevilik.

[15]Vefailik- Bektaşilik- Kızılbaşlık, Ayfer Karakaya- Stump.

[16]Vefailik- Bektaşilik- Kızılbaşlık, Ayfer Karakaya- Stump.

[17]R. Yıldırım, Menakıb-ı Evliya, Kebikeç-Gazete Duvar, 06.01.2021 Youtube.

[18]İkrar; Tarikata, yola girmek için verilen söz.

[19]Fuat Bozkurt, Buyruk.

[20]Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya.

[21]Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya.

[22]Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya.

[23]Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya.

[24]Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya

[25]Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya.

[26]Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya

[27]Şah Tahmasb; Şah İsmail’in oğlu ve Safevî Devleti’nin ikinci hükümdarıdır.

[28]Abdulbaki Gölpınarlı, Şiilik.

[29]Doğan Kaplan, Yazılı Kaynaklara göre Alevilik.

[30]Halifetü’l-hulefa; Safeviler döneminde Safevi başkentinde oturan Kızılbaş Halifelerin başı ve Safevi şahı da olan mürşidin dini konudaki işlerini yürüten yardımcısı.

[31]Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya.

[32]Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya.

[33]Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya.

[34]Vefailik- Bektaşilik- Kızılbaşlık, Ayfer Karakaya- Stump.

[35]Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya.

[36]Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya.

[37]Halife; Kızılbaş Aleviliğinde, aynı zamanda Safevi Şahı olan mürşid-i kamilin vekili, bugün ki Alevi Ocakları ve dedeleri bu halifelerin devamıdır.  

[38]Mürebbi; Bugünkü Kızılbaş Aleviliğindeki dede ile talip arasında konumlanan ve onların müşküllerini çözen rehbere karşılık gelir.

[39]Musahip; Dünya-ahiret kardeşliği anlamına gelip, evlenen her Kızılbaş Alevi çiftinin musahip kavline girmesi gerekiyor. Musahiplerin çocukları yedi göbek boyunca evlenemez.

[40]Doğan Kaplan, Yazılı Kaynaklara göre Alevilik.

[41]Doğan Kaplan, Yazılı Kaynaklara göre Alevilik.

[42]Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya.

[43]Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya.

[44]Doğan Kaplan, Yazılı Kaynaklara göre Alevilik.

[45]Doğan Kaplan, Yazılı Kaynaklara göre Alevilik.

[46]Tarik; Cemde ki bazı ritüellerde sırtı sıvazlamak için kullanılan üç boğumlu değnek. Bazı bölgelerde buna Erkan ve Zülfikar’da denir.

[47]Düşkünlük; Yol terbiyesine aykırı davranma, suç işleme.

[48]Görgü; Yıllık yapılması zorunlu olan ikrar tazeleme, ruhsal açıdan temizlenme.

[49]Tercüman; Cem ayininin başında ve sonunda konuyla ilgili bilgilendirici şiir formatındaki ifadeler. Ayrıca bir hata işleyen tarafından hatasının affedilmesi bağlamında verdiği lokmadır.  

[50]Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya.

[51]Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya.  

[52]Abdülbaki Gölpınarlı, Tarih Boyu Şiilik.

[53]Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya.

[54]Fetih suresi 48/10. ayeti; Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah’a biat etmektedirler. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kimde Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükafat verecektir.

[55]Doğan Kaplan, Yazılı Kaynaklara göre Alevilik.

[56] Doğan Kaplan, Yazılı Kaynaklara göre Alevilik.

[57] Erdebil Dergâhı; İran Azerbaycan’ında bir şehir olan Erdebil’deki Safevi Tarikatının ana dergâhı olup Safevi tarikatı anlamında da kullanılır.

[58]Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya.

[59]Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya.

[60]A. Yaşar Ocak, Fütüvvetname, DİA.

[61]Doğan Kaplan, Yazılı Kaynaklara göre Alevilik.

[62]Gülbank ve Tercümanlar; Şiirsel bir ahengi olan dua, yakarış ve söyleyişlere verilen genel isim.

[63]Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya.

[64]Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya.

[65] Yahya bin Halil bin Çoban el-Burgazî, bilinen en eski Türkçe fütüvvetname’nin yazarıdır.

[66]Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya.

[67]Şeyh Seyyit Hüseyin ibn Gayb; 15. Yüzyılda yaşamış Fütüvvetname yazarı.

[68] Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya.

[69]Abdal; Dünyaya olan ilgilerinden kurtularak kendisini Allah yoluna adayan dervişler için kullanılır.

[70]Abdalan-ı Rum; 14-16. yüzyıllar arasındaki Anadolu, Rumeli ve Balkanlar’daki genelde gezgin derviş zümrelerine verilen ad.

[71]Yemini; 16. yüzyılda yaşamış, Kızılbaş Alevi ve Bektaşiler ‘in kabul ettiği yedi büyük şairden biri. Abdalan-ı Rumların en büyüklerinden kabul edilen Otman Baba’nın da müridi.

[72]Faziletname; Menkıbevi bir Hz. Ali biyografisi olan eserin aslı Farsça nesir olup Yemînî tarafında nazım şeklinde tercüme edilmiştir. Bu tercüme sırasında Yemini esere bazı ilâveler yaptığı tahmin edildiğinden eserin tercüme-telif niteliğini taşıdığını ve mahallileştiği söylenebilir.

[73]Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya.

[74]Tarikatname; Eserde daha çok tarikat adabıyla yazarın Ehl-i beyt’e olan muhabbet ve bağlılığı anlatılmakta, Hz. Ali’nin üstünlüğünü gösteren delillere yer verilmektedir

[75]Doğan Kaplan, Yazılı Kaynaklara göre Alevilik. Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya.

[76]Doğan Kaplan, Yazılı Kaynaklara göre Alevilik. Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya.

[77]Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya.

[78]Doğan Kaplan, Yazılı Kaynaklara göre Alevilik. Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya.

[79]Doğan Kaplan, Yazılı Kaynaklara göre Alevilik.

[80]Mehmet Yaman, Buyruk.

[81]Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya.


[i] Kırklar Meclisi; Hz. Muhammet Miraçtan dönerken bir meclise gelir, “ben peygamberim der; İçeriden: Bizim aramıza peygamber sığmaz” diye cevap gelir. Bu birkaç kez tekrarlandıktan sonra, “fakirlerin hizmetkarıyım” dediği zaman bu meclise kabul edilir. Hz. Muhammed, “Size kimler denir?” der. “Bize Kırklar denir” diye cevap alır. “Peki sizin ulunuz, büyüğünüz, küçüğünüz kim” diye sorar. “Bizim küçüğümüz, büyüğümüz yoktur. Küçüğümüz de uludur, büyüğümüz de uludur. Birimiz kırkımız, kırkımız birimizdir” denir. Bunun üstüne Hz. Muhammet meclisten bunu kanıtlamalarını ister. O sırada Hz. Ali kolunu uzatır, bıçağın ucu ile kolunu hafif kanatır ve kolundan bir damla kan akar. Onu, her can’ın kolundan birer damla kanın gelmesi izler. Sonra Hz. Ali kolunu bağlar, hepsinin kanaması durur. Selman-ı Farisi dışardan bir üzüm tanesiyle gelir. Hz. Peygamber üzümü sıkar ve herkes ondan içer. Büyük bir coşku ile hep beraber semaha kalkılır. Dönülürken Hz. Muhammet’in başından sarığı düşer ve kırk parçaya bölünür. Kırklar bu parçaları bellerine bağlarlar ve kemerbest olurlar. İşte Kızılbaş Aleviler ‘in yaptığı cem ayini, bu Kırklar Meclisinin davamı kabul edilir.

[ii]Üç sünnet; 1. Sürekli Allah’ın birliğini zikretmek. 2. Gönlünden düşmanlık ve kin duygularını atıp kimseye buğz ve haset etmemek. 3. Hak sözü ile konuşup kimseyle kavga ve düşmanlık etmeme.

 Yedi farz; 1. Tarikat sırlarını tutup avam halktan saklamak. 2. Mütevazi ve alçak gönüllü olmak. 3. Günah işlediğinde tarikat içinde verilen hükme razı olup itiraz etmemek; yalan ve gıybetten uzak durmak. 4. Mürebbiye itaat etmek ve hakkını gözetmek. 5. Halifeden tövbe alıp kuşak kuşanmak. 6. Musahip erkanını yerine getirmek. 7. Halifeden liyakatlık sembolü olan taç ve kisve kuşanmak.

[iii]Gadir Hum Menkıbesi; genel olarak bütün Şii gurupların inancına göre, Hz. Peygamberin Veda Hacı dönüşünde Mekke ve Medine arasında bir yer olan Gadir Hum’da Hz. Ali’yi kendisinden sonra gelecek halife tayin etmiştir. Kızılbaş Aleviliği gibi Batını Şii gurupların anlatımında ise konuya ilave detaylar gelmiştir. Buna göre Hz. Peygamber ile Hz. Ali bir gömleğin içine girerek tek vücut iki baş olmuş. Etraftakilerin itirazları üzerine aynı gömlek içinde tek vücut tek baş olmuşlar. Hz. Peygamber; Ya Ali, “Etin Benim Etim, Kanın Benim Kanım, Cismin Benim Cismim, Ruhun Benim Ruhumdur” demiş.

[iv] Hz. Ali’nin Vefatı ve Defnedilmesi; Menkıbeye göre, Hz. Ali’yi öldüren Abdullah ibn Mülcem Hz. Ali tarafından beslenip büyütülmüş ama Muaviya tarafından kandırıldığı için bu işi yapmıştır. Hz. Ali çocuklarına, ben ölmeden ona dokunmayın demiş. Hikayenin ikinci kısmı ise Hz. Ali’nin çocuklarına vasiyeti şöyle; beni yıkayın, kefenleyin, tabuta koyun ve yüzü kapalı bir Arap gelecek beni ona teslim edin; o benim namazımı kılıp beni götürecek. Çocukları da denileni yapıyor. Sonra babamızın namazını kılan ve tabutu alan kimdir diye merak ettiklerinden Arap’ın yüzünü açtılar; karşılarında babalarını gördüler. Babalarına bu ne haldir sorunca; Hz. Ali bu bir sırdır ancak onu ehli bilir demiş. Sonra çocuklar boş tabutu orada gömüyorlar, babaları da gözden kayboluyor.

Kaynakça:

-Abdülbaki Gölpınarlı, Tarih Boyunca İslam mezhepleri ve Şiilik, Kapı Yayınları, 2016 İstanbul.

-Ahmet Taşğın, Şeyh Safi Buyruğu, Rheda-Wiedenbrück Çevresi Alevi Kültür Derneği Yayınları, 2003 Ankara.

-Ahmet Yaşar Ocak, Fütüvvetname maddesi, DİA Yayınları, 1996 İstanbul.

-Aydın Kirman, Yemini Maddesi, DİA Yayınları, 2013 İstanbul.

-Ayfer Karakaya-Stump, Vefailik- Bektaşilik- Kızılbaşlık, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2015 İstanbul.

-Doğan Kaplan, Yazılı Kaynaklara Göre Alevilik, Türk Diyanet Vakfı Yayınları, 5. Baskı 2019 Ankara.

-Esat Korkmaz, Alevilik ve Bektaşilik Terimleri Sözlüğü, Anahtar Kitaplar Yayınevi, 5. Baskı 2016 İstanbul.

-Fuat Bozkurt, Buyruk, Salon Yayınları, 5. Baskı 2018 Konya.

-Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 7. Baskı 1991 Ankara.

-Mehmet Yaman, Buyruk, Cem Vakfı yayınları, 2013 İstanbul.

-Rıza Yıldırım, Menakıb-ı Evliya, Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı 2020 İstanbul.

-Sönmez Kutlu, Alevi Bektaşilik Yazıları, Ankara Okulu yayınları, 2016 Ankara.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu